D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Ankara’dan Uzakta

Ankara’dan Uzakta

Bayramı Ankara’dan uzakta geçiriyoruz... Ankara’da olsa idik, ne yapar yapar Hacıbayram’a yol uğratır, hiç olmazsa bir vakit namaz kılar, adı Ankara ile bütünleşmiş Hacı Bayram Veli’ye Fatiha okur, bayram havasını oradaki halkımızla beraber teneffüs ederdik.

Evet Ankara’da değiliz, fakat Ankara hep aklımızda, çünkü epey zamandır düşündüğümüz Ankara kitabı üzerinde çalışıyoruz. Ankara’nın en fazla hakkı yenilmiş şehrimiz olduğu kanaatindeyiz. Cumhuriyetçiler onu yoktan var ettiklerini ilan ettiler, düpedüz yok saydılar; muarızları ise Cumhuriyetçilerin mabedsiz şehrine tepki olarak Ankara düşmanı oldular.

Ankara’nın tarihte ve bilhassa tarihimizdeki önemi, kültürü, iktisadı, insanı, mimarisi, halkının yaşayışı üzerine bir hayli yazı kaleme aldık. Bu yazıların çoğu, 1988’de Belde gazetesinde ve neredeyse bir 10 yıl sonra da Tutanak gazetesinde yayınlandı. Zaman zaman Ankara üzerine konuşma fırsatı bulduk konuştuk. Birkaç defa, okur yazar dostlarla Ankara gezisi yaptık. Bu konudaki görüşlerimiz ilgi uyandırmış olmalı ki, bazı değişikliklere uğrayarak doğru yanlış benimsendiğini duyuyoruz. 

“Doğrusu o yazıları elden geçirip, bazı yeni ilavelerle bütünleştirip kitaplaştırmaktır” diye düşündük. Ramazan boyunca kitaplar, yazılar, kupürler, notlar arasında Ankara ile haşır neşir olduk!

Yanımıza aldığımız kitaplardan biri de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yayınladığı şu uzun isimli kitap idi: “Horasan’ı Anadolu’ya, Anadolu’yu Balkanlara Bağlayan Mana Önderi Hacı Bayram-ı Veli.”

Bir solukta okunamayacak uzunlukta bir kitap ismi değil mi? Bu olsa olsa bir makale adı olur! Neyse onu geçelim. Ankara Belediyesi kitap yayıncılığında sabıkalıdır malûmunuz. İki defa Safahat yayınlamıştır. İkisi de hata ve kusur yönünden en ileri seviyededir. (İkinci Safahat yayını için “Safahat değil rezalet” yazımıza bakabilirsiniz!)

Fakat, biz yine de iyi niyetli olalım. Belki bir şeyler değişmiştir diye düşündük. Meğer iyi niyetliliğin diğer adı saflıkmış!

Elimizde “prestij kitabı” denilen cinsten büyük kıt’ada ciltli, şömizli, bol resimli kuşe kağıda basılmış bir kitap var. Hazırlayanlar bir hayli yekûn tutuyor. İçlerinde konuya emek vermiş olanlar da bulunuyor elbette. 

Malûm, prestij kitapları okunmaz! Çünkü erbabının eline geçmez, devlet erkânına, bürokrasinin üst tabakasına takdim-hediye edilir. Takdir beklenir. Takdir etmek için de okumaya ihtiyaç yoktur. Şöyle bir bakılır o kadar! O zaman muhteva değil, görünüş önem kazanır. 

Bizim elimize nasıl geçti bu kitap öyleyse? Her nasılsa, bir hayır sahibi buldu getirdi. Biz de kemâl-i ciddiyetle okumaya koyulduk. Buyurun daha “içindekiler”de nevrimiz dönmeye başladı: “Hacı Bayram’ın hocaları ve ahvadı.”

Fesüphanallah! Ahfad, hafid kelimesini Osmanlı torunları öylesine unutmuşlar ki, böyle bir halt işliyorlar!

Ahfad “torunlar, gelecek nesiller, soy” demektir, “hafid”in çokluk şeklidir. Sözlüğümüzde başka ahvad yok. Ahvat var. O da “ihtiyatlı” demek. Sunuş’ta da “ahvad” kullanılıyor. Başka bir yerde “şevkat”e rastlayınca, “f”leri “v”ye tahvil eden bir çokbilmişin varlığından şüphe etmeye başlıyoruz!

Büyük Başkan lütfetmiş bir sunuş yazmış. İnternette şakıyan kuşumuz burada biraz kekeliyor nedense! Buyrun şu cümleye: “O 1919 Aralık ayında sükût eden Osmanlı Devleti’nin el konulmuş başkenti İstanbul’dan Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’ya geçen ‘Millî Mücadele kahramanları’nın Ankara’da ruhanî sıcıklığına sığındıkları mücerret bir kimliktir.”

Belli ki edebiyat yapmak istiyorlar. “Mücerret kimlik” diye aynalı bir laf bulmuşlar. Mücerret kimlikle Hacı Bayram’ı kastediyorlar. Peki, 1919 Aralık ayında ne olmuştur? Osmanlı Devleti sükût mu etmiştir? El mi konulmuştur? Yoksa, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’ya mı geçilmiştir? 

Hiçbiri elbette! Peki bir devlet sükût ederse ne olur? Susar! Yani Osmanlı Devleti susmuş mudur? Efendim, burada sükut yazmakla beraber “sukut” kastedilmiştir. Sukut “düşme” demektir! Sukut eden sükût etmez, düşer!

Sunuş, Giriş, Sözbaşı... döndür çevir aynı laflar! Kitap o kadar aceleye getirilmiş ki, bazı kısımlar tekrar girmiş. İşte buyurun: 59. sayfada “I.1.n.5 Bir kültür müessesesinin doğuşunda birinci adam: Ahi Evren”. 60. sayfada da aynı başlık aynı metin var. Keçinin Ankara bölgesinde Firig döneminden beri üretildiği yazılıyor (sf.74) altı sayfa sonra Selçuklular döneminde Tibet yaylarından getirildiği bilgisine yer veriliyor! Hangisine inanalım? 

Kitabın neresinden tutsak elimizde kalıyor. Önce orijinal bir kitap mı, ona bakalım. Hayır. Daha önce yayınlanmış metinler bir araya getirilmiş. Bazı yeni bölümler de eklenmiş. Mesela, Hacı Bayram’la ilgili güzel bir çalışma olan Ahsen Turan hanımefendinin kitabı tamamıyla aktarılmış. 

Timur’un 1568’de Belh emiri olduğu yazılıyor (sf.118). Timur ondan 2 asır önce Belh’i ele geçirmiş, Cengiz soyundan Süyurgutmuş’u han ilan etmiş, kendisi de Uluğ Bey olmuştur. Buyurun arızalı bir cümle daha: “Uzun süre dayanamayacağını anlayan Mustafa bey, şehri hiç kimsenin hayatına dokunulmayacağı kaydı ve kan dökülmeyeceğine dair söz alarak, şehri Timur’a teslim etti.” (sf. 118) Kitaptaki türkçe kusurları, bilgi yanlışları, tashihler kitap olacak cesamette! Kitap “ciddi” olduğu için sonunda bibliyografya ve hatta dizin bile var! Bibliyografya da Nafiz Uzluk’un ön adı, Feridun’dan Faruk’a çevrilmiş. Dizin ise, ismi geçen kişilerin bulunmadığı sayfaları gösteriyor!

Velhasıl: Ankara Büyükşehir’in kültür karnesi hâlâ sıfır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi