Cübbeli Ahmet Hoca

Cübbeli Ahmet Hoca

Müslümanlığın zirvesi teslimiyet ve tefvizdir

Müslümanlığın zirvesi teslimiyet ve tefvizdir

Allah-u Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de kulların belalarla imtihan edileceğini buyuruyor ve bunlara sabredenleri cennetle müjdeliyor. 

En büyük hedef rızâ-i ilâhiye nâiliyet ve iltifât-i Rabbâniye mazhariyettir. “Reşehât-ı şerîfe”de zikredildiği üzere;

Müslümanlığın zirvesi, teslimiyet ve tefvizdir. Sâdık kul kendi ameline bakmaz, Hakk’ın kazâsına rıza gösterir. Rıza makamını şöyle anlatayım; bir kötülükle karşı karşıya kalan kimse eğer kendi nefsinin kulu ise ıstırap çeker, yok şayet nefsinin kulu değil de Hakk Te’âlâ’nın kulu ise ıstırap çekmez. Şairin dediği gibi:

“Ne gelirse gelsin kader hanında,
İster kum ister yaş.
Önüne getirilen yemeğe deme zehir,
Şekerdir o aş.”

CENNET MÜJDESİ

Rabbimiz: “Andolsun ki elbette sizi (koruduğumuz bunca belâya nazaran) çok az bir şeyle; korkuyla ve açlıkla, bir de mallardan, canlardan ve mahsullerden biraz eksiltmeyle mutlaka imtihan (edenin muamelesine tâbi) edeceğiz. (Habîbim!) O (belâlara) sabreden kişileri (cennetle) müjdele” (Bakara Sûresi:155) kavl-i şerîfinde bizi mutlaka imtihan edeceğini beyan ediyor, benim başıma gelenlerde korku var, açlık var, malların ve ürünlerin eksilmesi var, yok yok ama sabredenlere müjde var, hem de sonsuz müjdeler, bitmez tükenmez nimetler. Eğer başımıza belalar gelmeseydi bu müjdelere nâil olmamız düşünülebilir miydi?! Onun için bu musibetleri Allâh-u Te’âlâ’nın çok güzel bir tecellisi olarak değerlendirmek lazım.

SABREYLE VE RAZI OL

Büyük şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullar (Kuddise Sirruhû)nun buyurduğu gibi: “Kahır sıfatıyla Allâh tecelli,
İderse sâlike ni‛met tecelli.”

Hâsılı her işte Rabbine itimat eden, işlerini O’na ısmarlayan, sabredip razı gelen rahat eder, bize anamızdan, babamızdan çok acıyan, kerem buyurup rızıklarımızı irsal buyuran ve her yaptığını hikmetle yapan bir Zat bize boşuna eziyet eder mi?!

Onun için bütün hâcetlerimizi, yemeği ve nefsanî isteklerimizi bir yana bırakmalıyız. Başımıza gelenin neden geldiğini, niye bizi bulduğunu karıştırmayıp her işin yerli yerince olduğunu, sabredersek sonunun hayır olacağını, en dar zamanda bile Rabbimizin bize bir kapı açacağını ve derdimize derman halk edeceğini yakinen bilmeli ve Mevlamızın fiillerini güzel görmeliyiz.

Büyük şeyh Efendimiz’in “Ekmel-i ehlillâhtandır” yani evliyanın en mükemmellerindendir buyurduğu İbrahim Hakkı Erzurûmî (Kuddise Sirruhû)nun buyurduğu gibi:

“Sen Hakk’a tevekkül kıl,
Tefvîz et ve rahat bul,
Sabreyle ve razı ol,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hallâk-ı Rahîm oldur,
Razzâk-ı Kerîm oldur,
Fe’aâl-ı Hakîm oldur,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Bil Kâdıy-ı hâcâtı,
Kıl O’na münâcâtı,
Terk eyle murâdâtı,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Deme niçin şu şöyle,
Yerindedir ol öyle,
Bak sonuna sabreyle,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Hoş sabr-ı cemîlimdir,
Takdiri kefîlimdir,
Allâh ki vekîlimdir,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.
Nâçar kalacak yerde,
Nâgâh açar ol perde,
Derman eder ol derde,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.”

HER NİMETTE ŞÜKÜR

Gerçekten bu kelamları sıradan bir veli söyleyemez, bu Tefvîznâme’nin tamamını tefekkür ederek okuyan kişinin derdi, kederi azalır, tevekkül ve teslimiyeti artar, imanı ve yakîni kuvvetlenir. Rabbim cümlemize her nimette şükür, her belada sabır ve rıza, her an ve zaman zikir ve dua nasip eylesin. Âmîn!

HIFZ-I iMAN NAMAZI

Şu âleme gelenler için en mühim mesele imanla yaşayıp, imanla ölmektir. En çok korkmamız gereken husus imansız ölme tehlikesidir. Üstadımızın Üstadı Hacı Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû) yüz yaşını mütecaviz ömrüne rağmen ziyaretçilerine “Bu dedenin hüsn-ü hâtimesi için dua edin” diye tembihte bulunurdu.
Düşünün son nefeste imanını kaybeden insanın evvelce yaptığı bütün iyilikler mahvolacak ve o kişi cehennemde ebedî kalacaktır. Onun için bu meseleyi ciddiye alalım ki Rabbimiz de bizim, imanımıza çok değer verdiğimizi ve elden çıkmasından çok korktuğumuzu bilerek bize acısın da iman selâmeti ile çene kapamamızı nasîb-ü müyesser eylesin. Âmîn!
 

İMANLARIMIZ MAHFUZ KALSIN

İman ile ölebilmek için yapılacak bazı amelleri ve duaları “Dualarım” kitabında yazmıştım, alfabetik fihristten bulun da amel edin. Ben size akşam namazının sünnetinin ardından “Hıfz-ı iman” namazı kılmanızı tembihliyordum, bazıları bana bunun kaynağını ve tarifini soruyordu, şimdi size bu namaz hakkındaki bir hadîs-i şerîfi rivayet edeyim:

“Bustânü’l-ârifîn” sahibinin, senedi (isnadı) ile Abdullâh ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)ya dayandırdığı bir rivayete göre; bir defasında İbni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e “Yâ Rasûlellâh! Bana bir şey öğret de o sâyede Rabbim Azze ve Celle’ye kavuşuncaya kadar Allâh-u Teâlâ o vesileyle imanımı muhafaza etsin” dediğinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona:

İMANLARIMIZ MAHFUZ KALSIN

“Her gece akşamın sünnetinden sonra konuşmadan iki rekat kıl, her rekatta bir Fâtihâ, bir İnnâenzelnâ, altı kere İhlâs Sûresi, birer kere de Felak, Nas sûreleri oku ve selam ver. Şüphesiz Allâh-u Teâlâ kıyamete varıncaya kadar senin imanını muhafaza edecektir” buyurdu. (Şeyh Ahmed ed-Dîrebî, el-Mücerrebât, sh:72)
İşte bu namazı kılanlar bu tarif üzere kılsınlar ki sünnet yerini bulsun ve imanlarımız mahfuz kalsın. Âmîn!

EDEPSİZLİKTEN ALLAH'A SIĞINIRIM

Mürşidin bir kişiye gazabı bazen onun civarındakileri hatta bulunduğu beldeyi bile kötü etkileyebilir. Zira onlar Allâh-u Teâlâ’nın nazlı kullarıdır, gönülleri Rabb Teâlâ’nın nazargâhıdır. Onlara karşı en ufak bir edepsizlik gayretullâha dokunur. Nitekim bunun bâriz bir örneği Tarîkat-ı aliyyemizin müessisi Muhammed Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend el-Üveysîel-Buhârî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri zamanında yaşanmıştır. Bu fakir bizzat Efendi Hazretlerim’den: “Meşâyıh silsilesi içinde ben özellikle Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne benzerim” sözünü işittiği için bu kıssanın bizlere daha fazla ders vermesi gerekir. Tarîkat-ı aliyyemizin mûteber kitaplarından olan “Reşehât-ı Şerîfe”de zikredildiği üzere; Seyfüddin Bâlâhane nâmında bir şahıs ilk başta Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin ders halkasına kabul edilmiş, lâkin bir müddet sonra bu kişiden bir edepsizlik ve densizlik zuhur edince Hâce Hazretleri’nin kahır ve gazabına uğramış, şöyle ki;
 

ÂLEM HARAP OLDU

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri birkaç müridiyle birlikte Buhâra sokaklarından birinde yürürken yanında bu Seyfüddin de varmış. Birden karşılarına zamanın yüksek tanınan ve Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’ni inkâr eden şeyhlerinden Mehmed Hallâc çıkmış. Hâce Hazretleri fıtratlarındaki nezâket ve mürüvvet icabı o şeyhe hiçbir asık surat göstermemiş aksine iltifat etmiş, hatta arkasından birkaç adım da teşyî etmiş. Fakat bu Seyfüddin Bâlâhane birkaç adımla iktifa etmemiş, şeyhi olan Şâh-ı Nakşibend Hazretleri geri döndüğü halde, o şeyhi takibe devam etmiş.
 

TALAN VE VİRAN

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri bu edep hatasından son derece müteessir olmuş ve geri döndüğünde ona “O şeyhi uğurlamakta mübalağa gösterdin, bu edep hatası yüzünden kendini rüzgâra verdin, hatta Buhâra’yı ve âlemi harap ettin” buyurmuşlar. Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin bu kahır ve gazabından bu Seyfüddin hemen o gün ölmüş. Çok geçmeden Özbekistan tarafından gelen bir akın sonucu Buhâra ve etrafı talan ve viran, birçok insan da telef olmuş.
Görüyor musunuz bu kadar bir edepsizlikten neler olmuş neler! İyi düşünelim, edepsizlikten Allâh’a sığınalım. Demek ki bir zaman makbul olan daha sonra merdut olabiliyor, hem kendini hem âlemi harap edebiliyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cübbeli Ahmet Hoca Arşivi