İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Yaşanmışlık

Yaşanmışlık

Kelimelerin dünyasında yolculuk etmeyi seviyor ve önemsiyorum. Her kelime, yaşanmışlığı temsil ediyor. İnsanlar gibi kelimeler de hikâyelerden, hatıralardan oluşuyor.

‘Yangınlık, ongunluktur’ diye bir atalar sözü var. Samsun yöresine ait. Biraz açarsak, ‘sevgi insanı yüceltir’ deniliyor. Ne kadar güzel.

Çocukluğumda Pırnalspor vardı, maçlarını seyretmeye giderdik. Pırnal, meşe çalısı demek. Üstelik İstanbul’un ortasında. Berhayat şiirinde bu kelimeyi kullandım. Pırnalın anlamını öğrenmek için arayan arayana. Oysa sözlüklerde mevcut.

Asıl ilgimi çeken ise ıssız ve uzak bir dağ ‘yerinde’ kullanılan dil. Köy, altı-yedi haneli. Rakım bin dört yüz küsur. Ana yurdumuz, baba ocağımız. Bu yükseklik, Batı Karadeniz bölgesine göre, insanın yıl boyunca yaşayabileceği neredeyse son nokta. Ötesi yok gibi. Toprak verimsiz, havalar soğuk. Hayat, dört beş aylığına var. Gerisi zorluk.

Yörük olup da iskân edilme ihtimalimiz yüksek. Yahya Kemal, Karaman Türkçesinden bahseder. K harfini G olarak telâffuz eden. Garga, Gavak, Gaya, Guyu. Der ki, İstanbul Türkçesi olmasaydı, bu şekilde konuşacaktık. Bunu çirkin bulur. Issız ve uzak o dağ köyünde, herhangi bir değişim yok.

Yazıya oturdum ya, kelimeler peşpeşe geliyor: Kile, evlek, şinik, peşkir, üvendire, aksata, büvelek, bıldır, gölbez, dirgen, calay, kendir… Bir yaşındaki genç koyuna şişek, keçiye çebiş, tavuğa ferik. Çiğnemek değil, gevmek. Yanık değil, göynük. Deri değil, gön. Topraktan yapılmış su borusu değil, pöhre. Mesela ‘Çifte Pöhreler’ isimli bir pınar var. En kurak zamanlarda bile suyu hiç kesilmez. Bereketlidir. Belli aralıklarla ziyaretine gider, selamını alırım. Bu kelime, Türk Dil Kurumu’nun bendeki imlâ kılavuzunda (1996) yok. Mehmet Doğan ise, Büyük Türkçe Sözlük’te, ‘pöhrek’ olarak veriyor. Karşılığı da şu: ‘Çanaktan yapılmış boru.’ En heyecanlısı da, Dadaloğlu’nun bu kelimeyi kullanması:‘Pöhrenk ile sularını getiren…’

Pöhre, pöhrek, pöhrenk. Kelime, adeta, harf harf yürüyor. Bir ayağı Ilgaz dağlarında, diğer ayağı Toroslarda.

‘Gevmeden yutulmaz’ sözü de, yine o bölgeye ait. Derlenilen yer, İçel ilinin Silifke ilçesi. Bu da: ‘Gön, korkulduğu yerden delinir.’ (Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler, Türk Dil Kurumu, 1971) Bu akrabalık, beni ziyadesiyle mutlu ediyor.

Bizde, kelime R harfiyle başlıyorsa eğer, genellikle, başına bir de İ eklerler. İrecep, ireçel, irezil gibi. Pir Sultan Abdal’ın şiirlerini okurken, karşılaştığım bir dize, beni ne kadar sevindirdi, bilemezsiniz: “İrençberler, hoşça tutun öküzü.” Öncesi de şöyle: “Yaş koman, altına kuruluk sepin / Koşumdan koşuma gözlerin öpün.”

Kelime sonlarına gelen R harfi de bazen kullanılmaz. Örneğin, olur değil, olu. Bunda, çocuksu, sevimli bir taraf görüyorum.

Üvendire kelimesini de burada analım.

Kelimelerin de canları, hayatları vardır. İsmet Özel, ‘üvendire’yi kullanarak, bir kelimeye can suyu vermişti: “Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire.” İsmet Bey, bu kelimeyi, çocukluğunun bir kısmının geçtiği Kastamonu’dan hatırlıyor olabilir. Çünkü üvendire, başka yerlerde ve çoğunlukla, öğendire olarak geçiyor. Zaten sözlük de ‘bakınız, öğendire’ diyor. Hayır, bakmayalım, bu daha güzel.

Bu kelimenin sözlük anlamını da verelim: ‘Çift sürerken öküzleri dürtmekte kullanılan ucu sivri değnek.’ Doğrusu ise tam olarak şudur: Değneğin / sopanın ucuna, ucu dışarıya gelecek şekilde, iğneden biraz kalın bir çivi çakarlar. Öküzler / mandalar çift sürerken veya ağır bir yük taşırken zorlanırsa, inat ederse, sopanın ucunu, gönüne dokundururlar. Zavallılar, hemen, can havliyle ileriye atılırlar.

İsmet Özel’den sonra bende de bu kelimeyi kullanma arzusu doğdu. Henüz yayınlanmayan Tüm Zamanlar’da bunu denedim: ‘İnsan insana olur mu mühre? / Oluyor demek ki yokluk zamanı, / Sözler dilsizdir, bakışlar üvendire / Elde avuçta kalmış bir acı.’

İrençber, üvendire, öküz. Sıralamayı büvelek kelimesiyle tamamlayalım.

Büvelek, hayvanlara tebelleş olan, ısırdığını çılgına çeviren, kan emici bir sinek cinsi. Sineğin ısırdığı hayvan, takati bitene, nefesi kesilene kadar sağa-sola koşturur. Ne yaptığını bilmez. Bu garip durumun adını da söyleyelim: Büvelek tutmak.

Biz de biraz böyle değil miyiz? Modern hayatın ağır şartları, büvelek sineği gibi, üzerimize konup bizi ısırıyor, kanımızı emiyor, canımızı yakıyor. Bütün gün, nereye gittiğimizi ve ne yaptığımızı bilmeden koşturup duruyoruz. Telaşlıyız, şaşkınız.

Bütün bu kelimeler bir dilin / ailenin fertleridir. Dil, insanın kendisidir. Canlıdır. Nefes alır, değişir, yeni alışkanlıklar edinir. İnsanlar gibi bazı kelimeler az, bazıları çok yaşar. Kimi tamamen unutulur, kimi sık hatırlanır. Zorluklara göğüs gerer, baskılara boyun eğmez. Mesela harf inkılabından sonra cihannüma kelimesine görülük, cihanşümul’a acunsal karşılığını vermişlerdi. Bir anlamda, bu kelimelerin derinliğiyle oynamak istediler. Fakat bu işler ahlaka sağtöre demekle olmuyor. Kelimeler direniyor. Adı üstüde: Eskimez Türkçe.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Tenekeci Arşivi