Türkiye'nin kara kutusu Demirel

Türkiye'nin kara kutusu Demirel

Çarpıcı açıklamalar: Atatürk portreleri ‘Hayatta Kalma Teorisi’; Solcuların Kemalizmi ‘Cellât-Kurban Psikolojisi’; Cumhuriyet mitingleri iki yüzlülük...

78′liler Vakfı Başkanı ve 12 Eylül mağduru Celalettin Can ile Türkiye’deki darbeler, Kemalizm algısı ve Diyarbakır Cezaevi konuşuldu. Sol görüşlü olduğunu söyleyerek, Kemalist olmadığının altını çizen Can, “Kemalizm, solu yasaklamış ve çalışamaz hale getirmiştir. Ayrıca zamanla o kadar baskı yapmıştır ki, kimi sol kesimler ‘Cellât-Kurban Psikolojisi’ içinde Kemalizme sarılmıştır” ifadelerini kullandı.

Atatürk portrelerini ‘Hayatta Kalma Teorisi’ açıklar

Solculukla Kemalizmin son derece farklı iki kavram olduğunu vurgulayan Can, “Ben Dersimliyim ve bizde Atatürk sevilmez. Hz. Ali ve Atatürk portrelerinin duvarlarda yan yana asılmasını da ‘Hayatta Kalma Teorisi’ gayet iyi açıklar. Hâlbuki Atatürk’ün olumlu ve olumsuz tüm yönlerini bir bütün olarak görmeliyiz. Bunlar tabu olmaktan çıkmalı ve geçmişimizle ciddi bir hesaplaşmaya girmeliyiz” dedi.

Yüzleşme olmadı, Alevilerin desteğini aldılar

Türkiye’deki Kemalist Atatürkçü cephenin çok geniş bir nüfusa sahip olduğunu belirten Celalettin Can, “Bu kişilerin tamamı Cumhuriyet çocuklarıdır ve ”İrtica” adını verdikleri İslami kesimin gelişmesini kabullenemezler. Zaten 28 Şubat’ı ve o dönemde yaşananları başka türlü açıklayamazsınız. Eğer Türkiye Madımak’la yüzleşebilseydi, 28 Şubatçılar Alevilerin desteğini bu kadar kolay alamazdı” şeklinde konuştu.

12 Eylül başta olmak üzere tüm darbeleri Ergenekon’un yaptığı dile getiriliyor. Bunu nasıl yorumlayabiliriz?

Derin bir yapı olan Ergenekon’un kendisi paralel devletin bir biçimidir aslında ve darbeleri böyle değerlendirmek, yaşananları daraltmak anlamına geldiğinden bu söylem doğru değildir. 1950’li yıllarda Seferberlik Tektik Kurulu’nun kurulması ile birlikte, Sovyet – ABD çatışmasının bir yansıması olarak, Türkiye’de derin yapılar ortaya çıkmaya başladı. Bu yapı, 1960 ve1970’li yıllarda Kontrgerilla,1990’lı yıllarda JİTEM, 2000′li yıllara gelindiğinde ise Ergenekon adı ile anılmaya başlandı.

Bu yapıların denetimini sağlayan isimler noktasında neler söyleyebiliriz?

Bu organizasyonun içinde yer alan isimler çok çeşitli ve karışıktır. Ayrıca kavramlar çok fazla iç içe geçmiştir. Dolayısı ile paralel devletin nerede başladığı, görünen devletin de nerede bittiğini kestirmek zordur. Çünkü ikili devlet özünde tek devlettir. Benim kanaatime göre, bu yapıların başındaki kişi Genelkurmay Başkanıdır. İsim veremem fakat bunları denetleyen ve organizasyonunu sağlayan kişi de, eski bir Genelkurmay Başkanı’dır.

Ergenekon, ABD ve iş çevrelerinden bağımsız olmamıştır

Bu yapının içinde bulunan kişiler, kullanıldıklarının farkında değil mi?

Farklı bir açıdan baktıklarından, her şeyin farkında oldukları halde bu yapının içinde yer almaktan rahatsızlık duymuyor, bunu bir ödev-görev olarak görüyorlar. Bu organizasyonu, kaba bir iş birliği olarak algılamak yanlıştır. Burada, kapitalist dünyanın emperyalist düzenindeki bir rol paylaşımı söz konusudur.

Son yıllarda gündeme gelen bu örgütün köklerine inersek, hangi tarihlerden bahsedebiliriz?

Buraya, sadece birim olarak bakmamak gerekir. Çünkü tüm darbelerin ardında dış güçlerin; ABD’nin ve İngilizlerin parmağı vardır. Aynı zamanda finansmanları noktasında ünlü iş adamları ve büyük patronların varlığı söz konusudur. Dolayısı ile Türkiye’deki büyük iş adamlarının desteğinden bağımsız bir darbe düşünmek eksik bir yaklaşım olur. Yapılacak her darbe girişiminde bu güçlerin ortak kararı söz konusudur. Düğmeye basılır ve planlar harekete geçirilir. Sonuç olarak Kontrgerilla veya onun bir biçimi olan Ergenekon, hiçbir zaman ABD’den ve büyük iş çevrelerinden bağımsız olmamıştır.

Solcular, ‘Cellât-Kurban Psikolojisi’ ile Kemalist argümanlara sarıldı

Sol hareketle, Kemalist hareketi birbirine karıştırmamak gerekir. Bu iki oluşum son derece farklı iki kavramdır. Mesela ben, Sosyalist Sol görüşlü bir insanım fakat Kemalist değilim. Şu anda Kemalizm ve Sosyalizm her ne kadar paralel gibi algılansa da, bunlar son derece farklı iki kavramdır. Kemalist hareket, solu yasaklamış ve çalışamaz hale getirmiştir. Fakat zamanla o kadar baskı yapmıştır ki, kimi sol kesimler “Cellât-Kurban Psikolojisi” içinde Kemalist argümanlara sarılmış ve bunları benimsemiştir.

Madımak’la yüzleşebilseydik 28 Şubatçılar Alevilerin desteğini alamayacaktı

Türkiye’deki Kemalist Atatürkçü cephe çok geniş bir nüfusa sahiptir. Bu kişilerin tamamı cumhuriyet çocuklarıdır ve ‘İrtica’ adını verdikleri İslami kesimin gelişmesini kabullenemezler. Zaten 28 Şubat’ı ve o dönemde yaşananları başka türlü açıklayamazsınız. Eğer Türkiye, Madımak ile yüzleşebilseydi, 28 Şubatçılar Alevilerin desteğini bu kadar kolay alamazdı.

Yaşananlara rağmen, Dersim’den CHP’ye çıkan oyları nasıl değerlendirebiliriz?

CHP, sol ve Kemalizm kavramlarını bilinçli bir şekilde birbirine karıştırıyor. Yoksa Atatürk’ün solculukla ne ilgisi var bilmezler mi? Dersim katliamı zamanı, ülkenin başında Atatürk’ün olduğu CHP hükümeti vardı ve Atatürk’ten habersiz bölgede kuş uçmazdı. Dolayısı ile bombalama emrini veren de Atatürk’ ten başkası olamaz. Belgeler de buna işaret ediyor zaten. Atatürk’ün olumlu yanlarını gördüğümüz gibi, olumsuz yanlarını da görmeliyiz. Bunlar tabu olmaktan çıkmalı ve geçmişimiz ile ciddi bir hesaplaşmaya girmeliyiz.

Dersim’deki Atatürk portrelerini ‘’Hayatta Kalma Teorisi’ açıklar

Ben Dersimliyim ve bizde Atatürk sevilmez. Hz. Ali’nin ve Atatürk’ün fotoğraflarının yan yana asılmasını ”Hayatta Kalma Teorisi”gayet iyi açıklar. Hatta 1950’lerde bölge seçimlerini Demokrat Parti kazanmıştır. Fakat daha sonra Menderes, Sünni kimliği ön plana çıkarır. Bunun üzerine CHP sol argümanları kullanınca, Alevi oylar yeniden CHP’ye doğru yönelir. Yani orada bir inanç meselesi vardır. Ayrıca gençlerin CHP ile ilgisi olmamıştır.

12 Eylül mağdurusunuz. O dönemde neler yaşadınız? Bu darbe kime yönelikti kimleri hedef almıştı?

Bu darbe ile Türkiye’yi yeniden dizayn etmeyi ve istekleri doğrultusunda şekillendirmeyi hedeflemişlerdi. Yani baştan aşağıya yeni bir Türkiye toplumu ve T.C devleti kurmak istemişlerdi. Önceden yaptıkları plan kademe kademe ilerlemiş ve halk, milyonlar halinde sokağa dökülmüştü. Hâlbuki onların gözünde halk; akıllı, uslu, denileni yapan, haksızlıklar karşısında sesini çıkartmayan ve tüm bunlara rağmen ”Muasır Medeniyet” seviyesini yakalamaya çalışan bir halktı. Fakat sokağa dökülen halk, temel haklarını kazanmak için Kemalist – Atatürkçü devletle mücadele etmeye başlamıştı.

Planlanan bu darbe kimlere hizmet edecekti?

1970’lerde sözde komünizme karşı kurulan “Milliyetçi Cephe” ile bürokrasi ve parlamento Demirel’e kaldı, sokağı ise MHP’ye bıraktılar. Ardından da solcu avına çıktılar. Asker darbe yapmak için pusuda beklerken, iş çevreleri de darbe olmasını dört gözle bekliyordu. Çünkü IMF’den borç alabilmek, Türkiye’ye sıcak para girişini sağlayabilmek ve ihracat kanallarının açılabilmesi için dış güçlere yani ABD’ye ihtiyaç vardı.

Bunun için kendilerine nasıl bir yol haritası çizdiler?

Halkın yaşam standardına müdahale söz konusu olduğunda toplum buna muhalefet ediyordu. Bunları aşmakta ancak darbe ile mümkün olabilirdi. 1980’lere doğru gidildiğinde, iş çevreleri, Milliyetçi Cephe ve Demirel başta olmak üzere, Türkiye’yi darbeye sürüklediler. Ecevit durdurmaya çalışsa da gücü yetmiyordu. Özel Harp’te katliam ve darbede hayli etkilidir. Özel Harp’ın düğmeye basması ile birlikte katliamlar başladı. 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum Katliamları, Abdi İpekçi’nin katledilmesi ve daha birçok katliam ve cinayet Özel Harp tarafından düzenlenen operasyonlardır.

12 Eylül’ü anlamak için Diyarbakır Cezaevinin öneminden bahsediliyor. 12 Eylül’ün simgesi haline gelen ve işkenceleri hala konuşulan Diyarbakır Cezaevi’nin önemi nedir?

1960-1970’li yıllarda, Türkiye’deki sol kesim ciddi bir aydınlanma yaşadı. Bu aydınlanma tüm ülkede olduğu gibi, doğuda da yaşandı. Fakat bölgede aydınlanma kaçınılmaz olarak Kürt kimliği üzerinden yaşandı. 12 Eylül darbesi ile birlikte bölgede yoğun tutuklama ve işkence politikası izlendi. Buna karşın bölgede tutuklamalar yaşandı ve Diyarbakır Cezaevi’nde akıl almaz katliamlar gerçekleşti.

Bu işkencelerde Kürt kimliğinin öneminden bahsedebilir miyiz?

Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görenleri, toplumun diğer kesiminden ayıran tek fark Kürt olmalarıydı. Burada vahşet denilebilecek ciddi uygulamalara tabii tutuldular. Amaç onları öldürmek değil, Kürt kimliğinden dolayı suçlu psikolojisi içine sokarak insan içine çıkamayacak bir hale getirmekti. Diyarbakır celladı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın “İçeride o kadar korkunç şeyler yaşayacak ve birbirinize o kadar kötülük yapacaksınız ki, artık bıraksam bile gidemeyeceksiniz” sözü meşhurdur.

PKK ciddi bir hata yapmazsa 6 – 7 nesil örgütten kopmaz

Ciddi işkencelerden söz ediyoruz. Bunların geçmişten günümüze etkileri travmaları nasıl oldu?

Kürtler, Diyarbakır’da büyük bir travma yaşadı. Diyarbakır Cezaevi’nde dünyada yaşanan en büyük vahşetlerden birisi yaşandı. En acısı da, bunların hesabı hala verilmedi. Diyarbakır’da adalet duygusu ile hareket edilmezse, dostluk ve kardeşlikten söz edemeyiz. Çünkü yaşanan bu olaylar, çok geniş bir nüfusu kapsıyor. Sadece Diyarbakır Cezaevinde yaşananlardan dolayı olsa bile PKK ciddi bir hata yapmazsa, Kürtler 6 – 7 nesil daha örgütten kopmaz.

Açılımlar çözümün neresinde? Atılması gereken ilk adım ne olmalı?

Açılımdan çok şey beklendi fakat yeterince verimli olamadılar. İyi başlandı fakat süreç daha aktif yönetilebilirdi. Gelinen noktayı düşündüğümüzde de, AK Parti’nin bölgede gerilediğini düşünüyorum.

78′liler Vakfı’nın kurucususunuz. 68’liler Vakfı’ndan farkınız nedir?

Biz daha ”sivil” ve daha demokratız. İnançlara ve kimliklere açıklık anlamında asla kıyaslanmayız. Asker konusunda da zaten farklı bir noktadayız. Özgürlükler ve haklar bizim için en önemli değerdir. 68’liler ise Kemalist ve Atatürkçü bir etki altındadır. Bizim için esas olan Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın 68′liliğidir.

Cumhuriyet tehlikede değilken ‘Cumhuriyet Tehlikede’ diyorlardı

Cumhuriyet mitinglerine katılmadınız. Hatta semt semt dolaşarak, mitinglerin yanlış olduğunu anlattınız. Bunu neden yaptınız?

Biz orada iki yüzlülük sezdik. Çünkü mitingler, toplumun sorunlarına çözüm olması için yapılır. Hâlbuki o dönemde Cumhuriyet tehlikede değilken, ‘Cumhuriyet Tehlikede’ diyorlardı. Biz bu yanlışın farkına vardık ve bu mitinglerde yer almadık. 28 Şubat zihniyeti ile Türkiye’de bir darbe ortamı oluşturmayı hedeflediler. Darbe yapabilirler miydi bilemiyoruz fakat 28 Şubat sürecini devam ettirmeyi istiyorlardı. Zaten mitingleri de bunun için düzenlediler.

Askeri vesayet yasal düzeyde sürüyor

Darbe döneminin en büyük gücü olan askeri zihniyet ülkemizde hala çok etkin bir konumda. Buradan hareketle askeri vesayetin sürdüğünü söyleyebilir miyiz?

Askeri vesayet, özellikle hükümet başta olmak üzere belli bir kesimin üzerinden kalktı. Fakat toplumun üzerinden kalktığını söyleyemeyiz. Zira hala darbe anayasası ve yasaları ile yönetilmekteyiz. Bu nedenle de, toplumsal bir yüzleşmeye ihtiyacımız var.

Yönetim, Çiller ve Karayalçın’dan ‘Kontrgerilla’ya teslim edildi

1990’lıyıllarda yaşanan Turgut Özal, Kazım Çillioğlu, Eşref Bitlis veCem Ersever gibi isimlerin aynı döneme rastlayan şüpheli ölümlerinin tesadüf olduğumdan bahsedebilir miyiz?

1990’lı yıllar, özellikle de 1993 yılı özel olarak incelenmelidir. Çünkü Turgut Özal’ın Kürt meselesini demokratik yollarla çözme talebi ile, askeriyenin bu sorunu şiddetle çözmek istemesi gündemdeydi. Bu nedenle bazı isimler tasfiye edildi. Turgut Özal ile başladı, Eşref Bitlis ile de devam etti. Hükümet baştan aşağı değiştirilerek, ülke, görünümde Tansu Çiller – Murat Karayalçın ikilisine, esasen asker kontrolünde kontrgerillaya teslim edildi.

Türkiye’nin kara kutusu Demirel’dir

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakanı Tansu Çiller’in infazlardan haberi olduğu söyleniyor. Bunu nasıl yorumlayabiliriz?

Bu iddianın cevabı son derece açık ve nettir. Onların haberinin olmamasından bahsedemeyiz. Türkiye’nin kara kutusu zaten Demirel’dir. Çiller hakkında da ciddi iddialar hala devam ediyor. ABD vatandaşı olan Çiller’in CIA ajanı olduğu da ciddi bir iddia olarak hala gündemde. Türkiye’de ilk başta Süleyman Demirel soruşturulmalıdır.

Çiller ve Demirel’in faili meçhullerle ilgili ifade vermesi gerektiğinden sözedebilir miyiz?

Ülkenin selameti için, kesinlikle evet. Bazı karanlık noktaların aydınlanması için, Çiller de, Demirel de ciddi bir soruşturmadan geçip ifade vermelidir. Fakat ifade vermesi gereken isimler bu kadarla sınırlı kalmamalıdır. Onların dışında, Mehmet Ağar, Mehmet Eymür gibi isimler de dönemin şüphelileri konumundadır.

Gündemde olan Uludere’de olayını ve Genelkurmay’ın bu konudaki tavrını nasıl yorumlayabiliriz?

Uludere katliamı, göz göre göre yaşanan bir olaydır. Hayatını kaybeden kişilerin, örgüt mensubu olmadığı aleni bir şekilde bilindiği halde yapılan bir katliamdır. TSK ise açıklamaları ile halkla dalga geçmektedir.

Bu açıklamalar kime hizmet etmektedir? Provakatif bir olaydan bahsedebilir miyiz?

Türkiye Cumhuriyeti’ne ait uçakları kaldırarak bölgenin bombalanmasını sağlamak hangi iradenin işi olabilir? Burası son derece hassas bir noktadır. Zira bu; ya Hava Kuvvetleri Komutanı’na ya da Genelkurmay’a ait olan bir yetkidir. Bu olay araştırılıp sorumluları net bir şekilde ortaya konulmadığı sürece, olayın sorumlusu Hükümet ve Genel Kurmay’dır.

Örgüt ile yapılan görüşmelerin ses kayıtlarını nasıl okumalıyız?

Benim kanaatime göre, bu işi gerçekten çözmek isteyen hükümet bir altyapı oluşturmaya çalışıyordu. Buradan hareketle de gayet normal karşılamamız gerekir. Görüşmeler bu çerçevede değerlendirilmelidir. Muhatabı yok saymak çözüm değildir ve bu noktadan hareketle görüşmeler devam etmelidir.

Darbeler ve katliamlarla nasıl hesaplaşmamız gerekir?

12 Eylül, hayatın her alanını tanzim etti, baştan aşağı değiştirdi. Türkiye, şu anda 1980 ile 1983 arasında yapılan 600 üzerinde yasa ile yönetilmektedir. Bu yüzleşmeyi yapabilmek için, ilk etapta, darbe döneminden kalan tüm yasa, kanun ve kararnamelerden kurtulmamız gerekiyor. 12 Eylül Anayasası, en ufak bir iz kalmamacasına komple değişmelidir.

Darbe dönemini sadece Evren ve Şahinkaya üzerinden konuşmak doğru mu?

Yapılan darbeyi, sadece iki kişi üzerinden konuşmak doğru değildir. Bu çerçevede yapılacak bir arınmaya ihtiyaç vardır. TBMM bünyesinde 12 Eylül Adalet Komisyonu kurulsun, 12 Eylül’ün tüm mağdurları dinlensin, suçluları da bu şekilde tespit edilsin istiyoruz. Fakat dava iki kişi üzerinden yürütülür de genişletilmezse, sembolik bir dava olmaktan öteye gidemez.

12 Eylül davasından beklentileriniz neler?

Bu dava, sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile sınırlı olmamalıdır. Bu işin faili olarak, dönemin siyasi, askeri, polisiye, istihbarat kadroları, büyük iş çevreleri, medya mensupları, hatta uluslararası güçlerin varlığından söz edebiliriz. Mesele, tüm bu dönemle hesaplaşmak ve bir daha aynı şeylerin yaşanmaması meselesidir. Kısacası, tüm mağdurlar olarak, kapsayıcı, arındırıcı ve gerçek bir yargılama istiyoruz.

milat

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.