Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Mü’min olmanın belgesi: Namaz (1)

Mü’min olmanın belgesi: Namaz (1)

Son zamanlarda birçok İslâmî faaliyetler yapılıyor. Çeşitli isimler ve çeşitli müesseseler tarafından. Tabii ki seviniyor, geçmişle kıyas ettiğinizde bayram ediyorsunuz âdetâ...

Organizelerde ve saat ayarlamalarında ‘Namaz Hassasiyeti’ olmadığını yahut ihmal edildiğini görüyor, bu defa da üzülüyorsunuz. Meselâ yarım saat sonra başlandığında o vakitteki namaz rahatlıkla kılınacak iken (maalesef) ezana beş-on dakika kala program başlatılıyor. Bir yere gidilecek, namaz kılınmadan çıkılıyor, toplantıların başlayış/bitiş saatleri namazsız gündem oluşturuyor. Çoğu zaman trafikte namazın vakti geçiyor, kazaya kalıyor. Yavaş yavaş bu hale alışılıyor, namazın hiçbir mazeret yok iken kazaya kalması normalleşiyor. Savaş halinde bile ‘kaza ruhsatı’na cevaz verilmezken bu hususa dikkat edilmiyor.  

Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifte: “İslam’ın halkaları bir bir dağılacaktır. İlk dağılan, kopan halka da siyaset halkası olacaktır. Her halkalardan biri koptukça insanlar diğer halkaya yapışacaklar, o kopunca öbürüne yapışacaklar, o kopunca öbürüne yapışacaklar. En son namaz kalacak” buyurmuştur. Bu hadisin penceresinden bakalım. Allah’a imanımız olan, dinimizin adı olan, İslam olarak elimizde bulunan şu namazın gitmesi hâlinde İslam ile bağımızın ne olacağını bu hadisi şeriften anlamaya çalışalım. Bizim kıldığımız sadece bir ikindi namazı değildir. Bizim kıldığımız Allah ile Müslümanlık adına bağımızın son resmi halkasıdır. Elimizden ve alnımızdan seccademiz alınıp namazsız kaldığımız zaman sadece bir ibadeti bırakmış olmayacağız. Ümmet olarak, ahir zamanda yaşayan Allah’ın mü’min kulları olarak, “Müslüman” diye kendimizi ortaya koyabileceğimiz yegâne belgemiz olan namazı kaybetmiş olacağız. Oruç gizli bir ibadettir, kimsenin Müslümanlık belgesi olarak kullanılamaz. Hasta olduğundan, yolcu olduğundan, herhangi bir sebeple oruç tutmuyor olabilir. Oruç özürleri olan bir ibadettir. Hac ibadeti de serbest zamanda yapılan bir ibadettir. Zekât da insanların cepleri izlenemediği için kimin, ne zaman yaptığı belli olmayan bir ibadettir. Müslüman olarak özür beyan edemeyeceğimiz, ya var veya yok olan yegâne ibadetimiz namazımızdır ve namazın sembolü camilerimizdir, seccademizdir, tesbihimizdir, takkemizdir. Namaz ne olarak gözümüzde görünüyorsa odur. Abdesttir, taharettir, namazla bağlantısı bulunan her şeydir. Buradan hareket ederek, bir Müslüman olarak hangi hizmeti ifa edersek edelim, hangi faaliyet için koşarsak koşalım, gündemimizin birinci maddesi namaz olmalıdır. Başörtülü müsün, olmazsa olmazın namazdır. Salih amel cümlesinden hangi amel yapılırsa yapılsın, hiçbir amel, ‘namazsız’ salih amel olmaz.

Namazı, zekât gibi hayır yapmak, fakirleri doyurmak, dul kadınlara nafaka vermek gibi mübarek bir iş göremeyiz. Namazı, hatta ve hatta cami yaptırmak olarak da göremeyiz.

Namaz, sadece namaz olabilir. O da Müslümanlık veya değil noktasından başka hiçbir şeyle izah edilemez. Bir insan Müslüman olduktan sonra her şeyini kaybedebilir, yeter ki namazını kaybetmesin. Bir Müslüman “namazsız” diye damga yemesin. Aylar geçtiği halde camiye uğramayan bir insan olarak kaydetmemelidir melekler onu. Bütün suçlar, nihayetinde Müslümanın bile işleyebileceği ve sonra temizlenebilecek suçlardır. Bir insan dinden çıkmış sayılmaz. Herhangi bir suç için bu kural geçerlidir ama namaz öyle değil. Namaz yoksa eldeki son belge de kaybolmuş demektir. Kendimiz için, neslimiz için, insan olarak sorumluluğunu taşıdıklarımız için, herkes için geçerli bu.

Bir mü’min, namazı bu mantıkla gördüğü zaman İslam olarak yaşama şuurunu iliklerine kadar hisseder. Bizden önceki nesil, Müslümanlığını bu şekilde yaşadı. Ashabı kiram, Müslümanlığı namaz olarak anladılar. İbni Abbas (r.a) ikinci halifemiz, cennetle müjdelenmiş olan Hz. Ömer’in bir sabah namazını kıldırırken arkadan hançerlenerek yaralanıp, sal yapılıp, evine götürüldüğü sahneyi anlatıyor: “Ömer’i evine götürdük.” Sal yapıp evine götürmüşler. Hançer yemiş kanı boşanmış. “Ömer bayıldı mı ayıldı mı anlayamadık. Öldü mü fark edemedik.” Biri demiş ki. Dikkat ediniz arkadaşlar. Bakınız, Müslümanlığın ilk örneklerinin namaz seviyesine bakınız. “Öldü mü Ömer, ölmedi mi” onu merak ediyorlar. Demiş ki biri: “Arkadaşlar uğraşmayın. ‘Namaz vakti geldi, Ömer!’ Diye bağırın. Ölmediyse uyanır, uyanmazsa anlayın ki öldü” demiş. Sabah namazı kıldırılırken ve kendisi Resûlullah’ın mihrabında imamken hançerlenen Ömer kan kaybettiği için baygın vaziyette yatıyorken İbni Abbas demiş ki: “Ya Emire’l Mü’minin! Namaz namaz!” “Namaz, namaz” deyince gözlerini açmış. “Vakit mi geçti?” demiş. Vakit mi geçti? “Yok yok, yeni vakit bitiyor” demişler. “İnsanlar namazı kıldılar mı?” demiş. “Kıldı, insanlar namazı kıldılar” demiş ve o zaman demiş ki: “namazdan nasibi olmayanın İslam’dan nasibi yoktur.” Peygamberimizin ashabının şuurudur bu. Son nefesi verip vermediğini namazıyla ölçüyorlar. “Namaz, namaz Ömer!” dedin mi ölmediyse uyanıyor. Öldüyse zaten üzerine namaz farz değil. İşte o nesil Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden bu eğitimi gördüler. Önce namaz! Adamlık ölçüsü önce namaz! Vefakârlık ölçüsünde önce namaz! Sadakatte, Müslümanlıkta önce namaz! Varsa namaz, ne varsa gerisinde olumsuz olarak namazın hepsini örtmesi mümkün. Ama yoksa namaz, geride ne kadar güzellik varsa bizim güzellik dediğimiz şey, onların namaz açığını kapatması mümkün değil. Namaz, bir insanın bedenindeki kalp gibi, beyin gibi. İki göz bir kalp etmiyor. Yirmi parmak bir kalpte bir damar bile etmiyor. Bütün ibadetler namazla kıyaslandıklarında bu benzeme karşımıza çıkacaktır.

(Devamı yarın İnşaallah)

Ölüm döşeğindeki ders

Hikmet sahiplerinden biri ölüm döşeğinde başına toplanan çocuklarına şu vasiyette bulundu: “-Bana değnekler getirin!”

Değnekler gelince onları bağlayıp bir araya getirdi ve toplu olarak çocuklara verdi. Onlara: “-Kırın bunları” dedi.

Çocuklar değnekleri kıramadılar.

Sonra onları ayırdı ve “Tek tek alın ve kırın” dedi. Oğulları da onları kırdılar. Bunun üzerine onlara: “İşte siz de benden sonra bu değnekler gibisiniz. Toplanıp birleştiğiniz zaman yenilmezsiniz. Parçalanıp dağıldığınız zaman düşmanınızın gücü size yeter ve sizi mahveder” dedi. İnsanoğlunun ihtirası

İBRET

Bir Allah dostu, ibret nazarıyla seyrettiği bir manzaradan hareketle insanoğlunun ihtirâsını şöyle ifâde buyurur:

“Bir gün bir ağacın altında oturmuş dinleniyordum. Bir karınca dikkatimi çekti. Kendinden hayli büyük bir ekmek kırıntısını yüklenmiş, sürükleye sürükleye götürüyordu. Bazen bir su birikintisiyle karşılaşıyor ve etrafından dolaşıyor, bazen de otlara takılan ekmeğin ucunu kurtarmak için didinip duruyordu. Ama ne ekmek parçasını bırakıyor, ne de rahatça taşıyabilmek için ekmeği ufaltıp küçültmeye râzı oluyordu. Bu şekilde o sıcak günde, bu ekmek parçasını uzun bir mesafe taşıdı. Nihâyet yuvasına geldi. Lâkin yuvasına giden koridor küçük, taşıdığı lokma ise büyüktü. Binbir zahmetle yuvanın ağzına kadar getirdiği ekmek parçasını bir türlü içeriye sokamıyordu. Ekmeğin etrafında dolaşıyor, parçayı döndürüyor, öbür tarafından çekiyor, ama bir türlü lokmacık yuvaya girmiyordu.

Bu manzara, beni, kendi hâlimi düşünmeye sevk etti. Bir ömür boyunca istif edip biriktirdiğimiz dünyalıkları, nasıl kabir kapısından sokmaya çalıştığımız aklıma geldi.

Efendimiz’in Hayatından

Yemekte ‘Besmele’yi hatırlatan bir Peygamber

Peygamber Efendimiz buyurdular: “Allah’ın adı anılmayan yemeği, şeytan mübâh sayar.”

Bir adam, yemek yerken besmele çekmemişti. Bir lokma yiyeceği kalmıştı ki, besmeleyi hatırladı ve “bismillahi evvelehu ve ahirahu” dedi.  Peygamberimiz, bunu görünce tebessüm etti ve şöyle buyurdu: “Şeytan da onunla beraber yiyordu. Ancak o Allah’ın adını anınca şeytan bütün yediklerini çıkardı.”

Vahyin Dilinden

“Kimsenin, hiçbir şekilde başkasının yerine sorguya çekilmeyeceği; başkasının başına geleceklerin bir kısmını bile göğüsleyemeyeceği; kâfir olarak ölenler için hiçbir şefaatçinin şefaatinin kabul edilmeyeceği; cezaların fidyeye çevrilmeyeceği, kimselere yardımın da yapılmayacağı bir günden, Allah’a sığınıp emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, kendinizi azaptan koruyun.”

(2 Bakara, 48)

Allah Rasulü’nden

Peygamberimiz buyuruyorlar ki:

“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.”

(Buhari)

Günün Sözü

‘Sizden sonrakiler sizden ibret almadan, sizden öncekilerden siz ibret alın.’

(Hz. Ali)

Şiir Defterimden

Kömür karası

Çok söze yok hiç hacet bakışta her şey saklı

Bir çift damla göz yaşı akıp gelir derinden

Aktır kömür karası sorma kim haksız haklı

Yakalar kara eller seni gizli yerinden

Düştüğü yeri yakar ateşlerde yananın

Dualı ağızlarda sütü helal ananın

Sessiz kavruk feryadı içten yaktı inanın

Rabbim korusun bizi beterin beterinden

Kenan M. Eryiğit

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi