Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Araftaki kilit: İdeolojik vesayet

Araftaki kilit: İdeolojik vesayet

Batılılaşma süreci İslam alemi açısından çıkmaz sokağı temsil ediyor. Kendi yolumuzu bırakıp Batının yoluna, peşine düşmüşüz. Batı’nın korkusu, yeniden kendi yolumuzu bulmamız ve kaybettiğimiz medeniyetimizi keşfetmemizdir. İslami yol, deneyim ve tecrübe ise bizi bu kaybettiğimiz yola bağlama sürecini temsil ediyor. Bu çıkmaz sokakta kendi yolumuzu terk ettiğimiz gibi öteki yolda hedefe ulaşmamız da mümkün görünmüyor. Taklidin aslın yerini alması görülmüş bir şey değil.Japon tanzimatı, Emanullah dönemi Afganistan ve Deli Petro döneminde Rusya Batılılaşma süreci ile berber dükkanında tanışmıştır. Dolayısıyla Batılılaşma öze değil şekle dönüktür. Özü olmayan bir süreçtir. Bunun ötesinde Rusya her dönemde Batı’nın rafizisidir. İkinci Bizans’tır. İslam dünyasının rafizisi İran iken Batı’nın rafizisi de Rusya’dır. Bugün iki rafizi modelin birbirine yakın durduğunu görmekteyiz. Kemalizm projesi bir yanılsamadır, Tih Çölünde yolunu kaybetmedir. Batı namına ideolojik vesayettir. 1826 yılından beri Rıfae’nın çocukları bu çıktıkları yoldan bir daha dönemediler. Kendileri olmadan dönmeleri de mümkün değil. Simurg hikayesinde olduğu gibi ancak kendini keşfeden kaybettiği yolu yeniden bulabilir. Kaf Dağına varabilir. Yapısal nedenlerden dolayı Rıfae ve arkadaşları hedefledikleri yola ulaşamayacaklar. Zira konulan hedef yanlış ve tutturulması mümkün değildir. M. Şükrü Hanioğlu yapısal nedenlerden dolayı Batıcıların veya garpçıların hedeflerine varamayacaklarını ifade etmektedir.

Rıfae’nin yolunu Taha Hüseyin gibiler sürdürmüş ve Batı’yı merci-i taklit veya temel kriter (paradigma) saymıştır. Bu kendi olmaktan vazgeçmektir. Sonuç itibarıyla, Batılılaşma yoluna sapanlar Batılılaşmışlar ama Batılı olamamışlardır. Taklit düzeyinde kalmışlar ötesine geçememişlerdir. Bir kısmı yarı yolda dökülmüştür. Hatta Taha Hüseyin, ‘acısıyla tatlısıyla her şeyiyle batılılaşmayı taklit etmek zorundayız’ sözünden geri dönmüştür. En azından Muhammed İmare gibiler fiiliyatta Taha Hüseyin’in ileriki yaşlarında makas değiştirdiği, Batı medeniyeti müptelası olmaktan kurtulduğunu ifade ediyorlar. Bununla birlikte bizi yolumuzdan alıkoyan ortada bir hastalık türü var. Bu hastalığın tanımı Batılılaşma hastalığıdır. Bu sosyal ve onun ötesinde siyasi bir hastalıktır. Bu hastalık bünyede kompleksler ve saplantılar üretmektedir. Kurguladığı hedef de yanlıştır. Bunun ötesinde bu hastalık bir tabu ve ideolojik vesayet haline gelmiştir. Bu da tedaviyi güçleştirmektedir. Bu ideolojik vesayet nedeniyle hakkın pusulasının ve halkın iradesinin üst yapıya yansıtılması sürekli olarak engellenmektedir. Bu nedenle de vesayeti temsil eden zinde ve izinde güçler Arap Baharıyla birlikte devrimleri çocuklarının elinden ikinci kez kaçırdılar veya çaldılar. İlkinde de, sömürgecilik sonrasında devrimler, sömürgecilerin, Batılıların çocukları tarafından çalınmıştı. Arap Baharı ufkumuza yeni bir vaatle doğarken eski yapının veya sistemin çocukları ikinci kez halkın iradesine dayalı devrimleri çalmayı başardılar. 

25 Ocak devriminin devirdiği Hüsnü Mübarek’in karşıt devrim güçleri tarafından aklanması da bunun zirve noktalarından birisini temsil etmektedir. Bununla birlikte taklit yolu kapalıdır ve er geç yeniden tıkanacaktır. İslam dünyası ancak kendisine dayanarak ya da asimetrik bir hamle ile ayağa kalkabilir. Batı’nın dinamikleri ve sütunları üzerinden ayağa kalkmak mümkün olsaydı bugüne kadar mesafe alırdık. Kimse bize batılılaşmanın yanlış uygulandığını söylemesin. Bu en fazla züğürt tesellisi olur. İki asırlık batılılaşma serüvenine rağmen kendimizi savunabilecek aşamaya bile gelemedik. Öyleyse Batılılaşma iflas etmiştir. Batılılaşma şayet ilelebet Batı’nın himayesinde kalmak ise ona diyecek bir şeyimiz yok. Bununla birlikte Suriye ve Filistin cephesinde Batı’nın bizi nasıl himaye ettiğini görebiliyoruz! Batılılaşmanın ucu kendini inkara ve yok olmaya çıkar. Zaten bugünkü yapı kendini ret üzerine ötekini de kendi kabul etme üzerine inşa edilmiştir. Bugünkü yapının temellerinde reddi miras vardır. Her şeyden evvel şu sorunun cevabını vermeliyiz: Batı bize karşı dürüst müdür? Ya da dürüst olma ihtimali var mıdır? 

Şükrü Hanioğlu’nun ifadesiyle, Kemalist proje medenileşmenin zorunlu olarak Batılılaşma olduğuna inanmıştır. Yapısını bunun üzerine inşa etmiştir. Bu nedenle de Türkiye dostunu, düşmanını tanıyamamış ve A’rafa hapsedilmiştir. Hanioğlu’nun bu yöndeki çarpıcı analizi şöyle: “İkinci Meşrutiyet Dönemi’nin ‘tam Garpçılar’ olarak adlandırılan entelektüellerinin fikirlerinden derin biçimde etkilenen Kemalist proje ‘medeniyet’in ‘Batı’ ile eşanlamlı olduğunu düşünmüş, sadece taklit değil ‘farklılık gösteren özellikleri de ortadan kaldırarak’ ona ulaşmayı temel hedef haline getirmiştir…” Bu teslimiyet anlayışıyla birlikte direnişin manevi dinamikleri berhava edilmiştir. Bu iniş sürecinde Türkiye Cumhuriyeti ve benzeri yapılar şairin ifadesindeki gibi serab-ı ömrüme dönüşmüştür. Buna Tih-i ömrüm de denilebilir. Beni İsrail’den sonra biz de Batılılaşmanın cenderesine kapıldık; A’raf veya Tih’in de az gittik uz gittik dere tepe düz gittik ama arpa boyu mesafe alamadık. Zira kendimiz olamadığımız için sıfırın altında bir mesafede seyrediyoruz. Sıfırın üstüne çıkmak için paradigmayı değiştirmek ve asimetrik yola çıkmak zorundayız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi