Aydın Menderes

Aydın Menderes

Evinin kapılarını habervaktim'e açan Aydın Menderes, Türkiye ve dünyada yaşanan son gelişmelerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Aydın Menderes, bugün AK Parti ile ayrı düştüğü noktaları ve RP-AK Parti mukayesesini nasıl özetledi?

28 Şubat darbesi ve darbenin aktörleri hakkında hangi tespitlerde bulundu?

Menderes'e göre başörtüsü sorunu neden en kısa zamanda çözülmeli? Çözülmezse ne olur?

DP'deki Genel Başkan arayışları için ne dedi?

Dünüyle bugünüyle Cindoruk'u nasıl değerlendirdi?

ABD'nin Ortadoğu politikalarıyla ilgili neler söyledi? Neden "Türkiye'nin bütünlüğünün devamı için Irak'ın bütünlüğü büyük önem taşıyor? dedi"


(Yener Dönmez / Engin Kaşdaş)

Sayın Menderes; ilk olarak, siyasi, ekonomik ve sosyal konularla ilgili son dönemde en çok dikkatinizi çeken gelişmeleri neler; bizim için değerlendirir misiniz?
Toplum olarak biz; son günlerde artan terör olayları, Kuzey Irak?a yönelik bir askeri müdahalenin yapılıp yapılmayacağı ve Türkiye?nin Irak sınırındaki hareketlilik, bunların iç ve dış yansımaları üzerinde duruyoruz. Bu vesile ile ben bir hususu ifade etmek istiyorum. Aşağı yukarı 1990 yılının başlarından itibaren, bir başka ifade ile eski Sovyetler Birliği'nin dağılmasından itibaren, ben dış politika ile ilgili gelişmelerin ülkemizin gündeminde daha fazla yer alacağını, hatta sürekli olarak gündemimizin ilk sırasını bu tür olayların işgal edeceğini söylemiştim. O tarihten itibaren de Türkiye?nin civar bölgelerindeki gelişmelerle özel olarak ilgilenmeye çalışıyorum.

IRAK?IN BÜTÜNLÜĞÜ
Türkiye açısından en önemli sorun olarak, Irak?ın kısa zaman içinde bütünlüğünü muhafaza edip edemeyeceği hususu önde gelmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye?nin bütünlüğünün devamı için Irak?ın bütünlüğünün de her halükarda devam etmesi gerekiyor. Bu itibarla ben hem terör, hem de Irak ve Ortadoğu?daki gelişmelere özel bir ilgi gösteriyorum.

?ABD MÜDAHALESİ IRAK?LA SINIRLI DEĞİL?

-?Türkiye'nin bütünlüğünün devam etmesi için Irak?ın bütünlüğünün devam etmesi gerekiyor? yargısını biraz daha açar mısınız?
Bunun anlamı şudur: -Eğer bölünecekse- Irak bir arada yaşayamadığı için değil ABD bölünmesini istediği için bölünecektir. Bu da bölünmenin Irak?la sınırlı kalmayacağı anlamına gelmektedir. Sırada büyük bir ihtimalle İran ve Türkiye yer alacaktır. Bu BOP'un bir parçasıdır. Anlaşılıyor ki, 20. yüzyılın başında o günkü en güçlü devlet olan İngiltere?nin çizdiği Ortadoğu sınırlarını, ABD kendi çıkarları için değiştirmek ve yeniden çizmek istiyor. Irak'a müdahalesinin temelinde yatan amaç da budur. Yani bu müdahale sadece Irak'la sınırlı değildir.

MİLLİ ÇÖZÜM İSTEYEN MESELELER

Türkiye'nin terör ve Kuzey Irak'taki gelişmelerle ilgili politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir zafiyet görüyor musunuz?
Türkiye'nin bu hususlarda izlediği politikalar derken iki hususun üzerinde durmak gerekiyor. Birincisi, bu, topyekün bir devlet politikasıdır. Bu hususu ele alırken sadece iktidarı ve hükümeti değil, bütün kurumları ile birlikte devleti ele alarak değerlendirmemiz gerekir. Son derece de milli bir meseledir. Bunu, Türkiye'de şahinler-güvercinler gibi ayırmak; çözümü isteyenler istemeyenler, önem verenler vermeyenler gibi ayırımlara gitmek bir fayda sağlamaz. Gerçekle de uygun düşmez. Soğukkanlı, serinkanlı değerlendirmelere ihtiyaç vardır.

?TERÖR YENİ BİR HADİSE DEĞİL?

İkinci husus ise, olay yeni değildir. Çok önceden gelmektedir. Çok yönlüdür. Burada bir vatandaş olarak bu olayları gözleyen bir insan olarak -ki devlet politikası olması da bunu gerektirir. Bu hususun bir de geçmiş zaman dilimi olması gerekiyor. Yani Irak?ın bütünlüğünün sağlanmasının bir milli hedef olarak çoktan devlet politikasının içerisinde yer almış olması gerekirdi. Hedeflerinin amaçlarının ve kullanacağı araçların politikaların belli olması gerekirdi. Geçmiş zamandan bakıp günümüze gelince bu anlamda bir süreklilik görmekte zorlanıyoruz.

?GEÇMİŞİN AÇIKLARINI KAPATMAK ZORUNDAYIZ?

Bu da demektir ki şu içinde bulunduğumuz dönem iki bakımdan önem kazanıyor. Bir taraftan Iraktaki olaylar gelişiyor, zaman da geçmişten günümüze üzerinde yoğunlaşılmış hedef ve siyasetlerin olmayışı bir yerde bu geçmişin de açığını kapatmak mecburiyetinde olduğumuzu gösteriyor. Ümidim bu hususta Türkiye?nin yanlış yapmamasıdır. Zaman zaman tabi her kurumu eleştiriyoruz ancak benim temel yaklaşımım Türkiye'nin geleceğini bu bölgede yaşayan bütün insanların geleceğini yakından ilgilendiren hususları bir bir ifade edebilmek ve bunlar etrafında iktidarı-muhalefetiyle ve toplumumuzun bütün kesimleriyle ortak bir şuurun oluşmasına yardımcı olabilmektir. İleriye doğru da ümitle bakmak hepimiz açısından gerekiyor, ümidimizi kaybetmiyoruz.

-Sayın Menderes; dışarıya karşı birlik olmak, böyle bir duruş sergilemek çok önemli, ancak acaba şuanki Başbakan Yardımcılığı ve Başbakanlığı döneminde YAŞ kararlarına şerh koyan bir Cumhurbaşkanı YAŞ kararlarını imzalamalı mı imzalamamalı mı gibi bir ikilem oluştu. Ancak Gül, geçmiş dönemde şerh koyduğu kararları imzalamak zorunda kaldı. Hükümet politikası açısından da bir tezat değil midir bir birliktelik arzetmemek? Bu gelişme dış dünyanın dikkatini çekiyor mu, yani bu olmalı mıydı?
Sorunuz son derece de haklı ve doğru bir sorudur. Bu noktada karşımızda Türk siyasetinde iktidarı muhalefeti devletiyle bir devamlılık fikri ve kaygısının çok fazla yer almadığını görüyorum. Sonuçta bu gün sözünü ettiğiniz olay, düne kadar bir arada olan insanların iktidarda olduğu bir dönemde cereyan etmiştir. 2002 den itibaren AKP'nin önünün açık olduğu, muhtemelen cumhurbaşkanının AKP'den çıkacağı beklenen bir husustu.

?VAATLER KONUSUNDA TEREDDÜTLER VAR?

Sayın Gül?ün Cumhurbaşkanlığından günümüze kadar geçen süreci Türkiye?de istikrarın korunması açısından olumlu değerlendirirken diğer taraftan da AKP'nin bazı vaatlerinin yerine gelip gelmeyeceği hususunda ciddi tereddütler de doğmaktadır. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi de işaret ettiğiniz YAŞ kararları ile ilgili hususta adeta bir çatlama mı var şeklinde hem dışarıda hem de içeride çeşitli spekülasyonlara yol açacak tepkiler aldı. Türkiye?de sıkça sözü edilen bir anayasa değişikliği var. Eğer Sayın Cumhurbaşkanının bu tutumu anayasa değişikliğine kadar mevcut statüyü korumak için atılmış bir adımsa o zaman bunun üzerinde çok fazla durmak gerekmeyebilir. Ama anayasa bunları çözmezse YAŞ konusunu çözmezse, mahkeme kararıyla atılıp atılmamayı çözmezse, başörtüsünü çözmezse ve benzer hususları çözmeyecek olursa o taktirde bunun iç politikada da dış politikada da önemli bir yansımaları olacaktır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Bu nedenle sorunuz yerindedir ama ben aynı mülahazalarla Sayın Cumhurbaşkanının bu tavrına prensip olarak karşı olmakla birlikte yeni anayasanın beklenmesinin de uygun bir davranış olacağı kanaatini taşıyorum. Her halde bir çok sorunun cevabını orada bulabiliriz. Ama bunlar mutlaka yeni anayasada hallolmalıdır. Muhalefette sıkça söylenen sözler, verilen vaatler iktidarda tutulmalıdır. Tutulmadığı taktirde dış politikada da iç politikada da son derece önemli zaaflar oluşur.

Türkiye?nin AB?ye üyelik sürecinde özellikle demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin sınırlarını genişletme yolunda atılan adımlar en çok hangi kesimlere yaramıştır? Mütedeyyin kesimler hak ettikleri payı alabildiler mi? Bu konudaki gözlemlerinizi paylaşır mısınız?

?DİNDARLAR DEMOKRATİKLEŞMEDEN YARARLANAMADI?

AB'ye üyelik gerekçesiyle Türkiye'de demokratikleşme, hukuk devleti ve insan hakları yolunda önemli adımlar atılmıştır. Bu atılan adımlar değerlendirildiğinde daha çok Türkiye?de ki bölücü çevreleri ilgilendirdiği, onların hak ve hürriyetlerini geliştirdiğini görüyoruz. Bundan dolayı bu demokratikleşme yanlış olmuştur deniliyor. Bu ayrı meseledir ama Türkiye?de dindarların 5 yıldır devam eden AB'ye giriş süreci ile demokratikleşme yolunda atılan adımlardan şuana kadar olumlu bir kazanç elde edemediklerini de görmek gerekir. Bu gün kendilerine yakın bir siyasi partinin iktidar olması, kendilerini rahat hissetmelerine ve bir şekilde memnun olmalarına sebep olabilir ama zamanı sündürecek ve geleceğe bakacak olursak yeterli değildir. Türkiye?nin demokratikleşmesinin meyveleri Türkiye?de artık dindar kesimlerin önüne de, mütedeyyin insanların önüne de getirilmelidir? Nasıl; devlet protokolüne girerek, anayasa ve yasalarda yer alarak gelmelidir. Aksi taktirde bu büyük bir eksiklik ve sıkıntı olarak Türkiye?de devam edecek demektir. Büyük bir fırsat kaçırılmış olacaktır.

Efendim önceki gün YÖK Başkanı Erdoğan Teziç; ?Başörtüsü sorunu bizim elimizdeki bir mesele değil. Bu sorunu çözmek çok kolay da değil? dedi. Acaba neye dayanarak söylüyor bunu? Kafalarda soru işareti kaldı? Bir noktaya geliniyor. Orada askerlerle bir uzlaşmaya varılamıyor. Başbakan da söylüyor bunu; ?Halk arasında mutabakat var ama kurumlar arasında mutabakat yok? diye. Ne söyleyeceksiniz?

?ARTIK MİLLETİN BEKLENTİLERİ ERTELENEMEZ?

Tabi sayın başbakan bazı konuların çözümünde büyük bir mutabakatın olmasının gerekliğini vurgulamasını doğru buluyorum. Ancak bu husus AKP iktidar olunca ve Erdoğan başbakan olunca ortaya çıkan bir durum değildir. Kaldı ki AK Parti 5 yıldır iktidardadır. Şu ana kadar geniş tabanlı bir mutabakatı elde etmek yolunda atılmış bir adım görmüyorum. Zaten böyle bir adım atılsa da sonuç verip vermeyeceğini de bilmiyorum. Çünkü bir tarafın, Teziç örneğinde olduğu gibi çok keskin bir karşı çıkışı var. Ama burada bazı hususlar, milletin topyekün beklentileri, 'bir gün gelecek toplumsal uzlaşma gerçekleşecek, o vakit çözülecek' diye de süresiz olarak ileriye ertelenemez. Kritik bir noktadır bu. Bence düğüm, eğer yeni bir anayasa yapılacaksa orada çözülür. Yeni bir anayasa yapılmayacaksa da bunlar anayasa ve yasalardaki değişikliklerle çözülür.

?TEZİÇ?İN HUKUKİ MÜTALAASI GEÇERLİ DEĞİL?

Teziçin sözlerine katılmıyorum. Hukuken de doğru değildir. Teziç diyor ki 'içtihat değişmeden anayasa değişmez' hayır, öyle bir şey olmaz. İçtihat, yasa ve anayasanın uygulanmasıyla ilgilidir. Nasıl uygulanacağı ile ilgilidir. İçtihatlar yasalardan ve anayasalardan kaynaklanırlar. Anayasalar ve yasalar içtihatlardan kaynaklanmazlar. Anayasa ve yasalar içtihatlara tabi değildirler. Bu itibarla Anayasa Profesörü olan Erdoğan Teziç'in hukuki mütalaası da geçerli değildir.

?BAŞÖRTÜSÜ SORUNU ÇÖZÜLMEZSE DEMOKRASİ VE HÜKÜMET AĞIR YARA ALIR?

Teziç, bazı kurumların özellikle de askerin bu kabil değişikliklere kesin bir şekilde karşı çıkacağını söylüyorsa, bu tavır da demokratik bir tavır olmaz. Bu itibarla bu gerçekler bu günkü iktidar tarafından da bilinmektedir ve bence kesin bir sonuca kavuşturulması için de fazla bir zaman kalmamıştır. 5-6 ay içinde bu husus bitirilmelidir. Eğer iktidar özellikle başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmesini, hangi sebeple olursa olsun temin edemezse Türkiye?de demokrasi ve bu iktidar ağır bir yara almış olur. Çünkü cumhurbaşkanını seçerken millet varsa her halde başörtüsünün üniversitede takılıp takılmayacağı hususunda da yine egemenlik millette olduğuna göre milli iradenin burada söz sahibi olması gerekecektir. Aksi taktirde siyasette ve devlet hayatında ciddi bir kopukluk ortaya çıkar. Devlet ve millet birleşmesi, kaynaşması yine başka bir bahara kalır.

?ÇÖZÜME 28 ŞUBAT?TAN DAHA YAKINIZ?

Bu hususta neden yavaş davranılıyor? 28 şubat benzeri bir uygulamanın kendi başlarına gelmesinden mi korkuyorlar? Yoksa başka bir neden mi var?
Ben bu günkü iktidara oy vermedim. Bu iktidarı da desteklemedim ama hakkaniyet ölçülerini de elden bırakmak istemiyorum. O da şudur: Belli bir noktada istikrara önem vermelerini saygı ile karşılıyorum ama istikrarı sağlayacağız diye eğer Türkiye?de değişmesi gerekenler, AKP'nin değiştireceğini vaat ettiği şeyleri değiştirmeyecek olursa o zaman da el birliği ile bunun karşısına herkesin çıkması lazım, milletimizin karşı çıkması lazım. Ve bunu iktidarı riske atmamak iktidarı kaybetmemek korkusundan başka bir şeye de sonuçta bağlayamaz. Türkiye, bu gün için çözüme 28 şubat 1997'den çok daha yakındır.

?EN FAZLA 5-6 AYDA ÇÖZÜLMELİ YOKSA!...?

O gün, Refah Partisi?nin aldığı oy yüzde 21.5?ti. Ve koalisyon ortağıydı Refah Partisi(RP). Bu gün AKP'nin yüzde 47 oyu var. Ve ayrıca bu günkü meclise baktığımız vakit, başörtüsünün lehinde çıkacak kararlara MHP'nin de aykırı oy veremeyeceğini, buna karşı çıkamayacağını düşündüğümüz taktirde bu gün Türkiye?de 1997 28 şubatına nazaran başörtüsü meselesinin çözümü adına çok daha olumlu, uzlaşmaya çok daha yakın bir konjonktürün var olduğunu görmemiz lazım. Giderek bu dengeler değişirse bu imkan da kaçmış olur. Hakkaniyeti elden bırakmamak için yeni anayasaya kadar süre tanıyorum. Bu süre nedir 5-6 aydır. Yeni anayasaysa yeni anayasa, değilse mevcut anayasa ve yasalarda değişiklik yapılarak başta başörtüsü meselesi olmak üzene dindar kesimin beklediği ve Türkiye?de yüzde 70, yüzde 80 seçmenin de desteklediği hürriyetler ve haklar bu kesimlere ulaştırılmalıdır. Bu tarihin sonrasına geçmesi demek, 'bu hükümet statükocu oldu, bu hükümet iktidarını riske etmemek için, iktidarını kaybetme korkusuyla bir muvazaa içine girdi, milletin isteklerini demokrasinin gerekleri ile birleştirerek sonuç almak niyetinden vazgeçti? şeklinde yorumlamamız gerekir. Ama anayasa ise anayasa, değilse başka yolla bir süre daha bunu söylemeden beklemek gerekiyor. İnşallah gelişmeler büyük çoğunluğun istediği doğrultuda olur. Ancak bu bir süre meselesidir. Ertelenemez.

Refah-Yol hükümeti döneminde ciddi bir şahlanış da vardı. Türkiye çok şeyi çözecek konuma gelmişti. Onun bir düşük versiyonunu bu gün yaşıyoruz. Bir yere kadar geliyor, sonra ?acaba asker ne der? korkusu başlıyor. Burada şu soru akıllara geliyor: Acaba askerler bu ülkeyi fazla mı seviyorlar yoksa bu güç paylaşımında ?gücümüz azalacak? korkusuyla mı hareket ediyorlar? Yani güç paylaşımı noktasında mı kaygı var? Toplumun kafasında böyle bir şey de oluşmaya başladı.
İster istemez bu tür düşünceler akla gelebilir. Ancak, eğer asker demokrasinin, TBMM'nin, milli iradenin ve onun çözeceği konularda taraf oluyorsa, fikirlerini düşüncelerini bir şekilde bildirebilir. Bunu her kurum yapar, ama bunu şu veya bu şekilde bir baskıya dönüştürüyorsa burada iktidara da önemli bir sorumluluk düşer. Seçmen, millet sadece kendi isteklerine karşı çıkmakta olduğu için askere kızmakla yetinmez elindeki bütün anayasal ve yasal imkanları kullanmadığı ve bu gidişi düzeltmediği için iktidara da karşı çıkmaya başlar. Sonuçta asker aklına esene hangi sebepten olursa olsun karşı çıkıyorsa iktidarlara düşen, münasip bir şekilde buna karşı çıkmak ve millete verdiği vaatleri yerine getirmektir. Çerçeve de yasal çerçevedir, hukuk devletidir. Zaten bu gün için demokratikleşme, hukuk devleti, insan hakları diyerek Türkiye?deki tek demokratikleşme, bir şekilde AB ile de bütünleşmenin bir aracı haline gelmiş, onların da denetimi altına girmiş demektir. Bu itibarla, AB ve dış dünyanın da Türkiye'de laikliğin gevşemesini zayıflamasını istemesi söz konusu olmayacağına göre, AK Parti'nin attığı adımları, ?laiklik elden gider? diyerek bunlara karşı çıkmanın, muhalefet etmenin de bir inandırıcılığı fazla kalmamıştır.

-Türkiye?nin yeni bir oluşuma ya da siyasi partiye ihtiyacı var mı? Merhum Adnan Menderes bir demokrasi abidesi ve Türkiye?de demokrasiyi başlatan isimdi. Hüsamettin Cindoruk için merhum Menderes?i Yassıada?da savunan avukat deniyor. Ancak, Cindoruk?un, 28 Şubat darbesinde önemli roller üstlendiği de yazılıp çiziliyor. Cindoruk?la ilgili siz neler söyleyeceksiniz?
Bütün yönleri ile bir Cindoruk değerlendirmesi yapacağız.
Önce sorunuza teşekkür ediyorum. Bir önemli gerçeğin milletimiz ve tarihimiz önünde bir kere daha ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

?CİNDORUK?TAKİ AHLAKİ EKSİKLİK?

Hüsamettin Cindoruk, merhum Hasan Polatkan'ın avukatıdır. Yassıada'da Adnan Menderes'in avukatlığını yapmamıştır. Ne Adnan Menderes'in, ne bizlerin ne Adnan Menderes?in eşi çocukları ya da ondan dolayı Menderes ismini taşıyan her hangi bir kişinin de hiç bir zaman vekaletine sahip olmamıştır. Tabi Cindoruk ?Ben Menderes?in avukatlığını yaptım dememiş ama kendisi için Menderes?in avukatı denildiği vakit, 'teşekkür ederim ama o onura nail olamadım, gerçi Yassıada?da avukattım, Polatkan?ın avukatıydım ama Merhum Menderes?in avukatı olmadım.' gerçeğini ifade etmemiştir. Böylece ?ben ses çıkartmazsam giderek kamuoyu da böyle zanneder? gibi bir tutumun içine girmiştir. Bana göre ahlaki bir eksikliktir.

İkinci husus; Sayın Cindoruk özellikle 12 Eylül sonrasında demokrasi havariliği yapmıştır. Demokrasinin en büyük savunucusu durumunda idi. Bundan dolayı da kendisi ile ilgili sadece DYP ile sınırlı kalmayan bir ilgi, takdir ve sevgi halesi meydana gelmiştir. Kendisi, TBMM başkanı olduğu dönemde de bu tutumunun bütün gereklerini yerine getirmediyse de buna toz konduracak bir yanlışın içinde de bulunmadı. 24 aralık 1995 seçimlerinde Cindoruk, DYP'den milletvekili yapılamadı ve meclise gelmedi. Daha sonra RP-DYP hükümeti kuruldu. 28 Şubat dediğimiz süreç başladı.

28 ŞUBAT KAHRAMANLARI

28 şubatın hedefe ulaşmasında en büyük rolü o gün DYP'den ayrılarak Mesut Yılmaz?ın kuracağı hükümete oy veren milletvekilleri oynamıştır. Onlar DYP'den ayrılmasalardı Demirel, Mesut Yılmaz?a başbakanlık görevini verse dahi güvenoyu alamayacaktı. Bu milletvekilleri bir araya gelerek sadece Mesut Yılmaz'ı Başbakan yapmakla kalmadılar, aynı zamanda DTP?yi kurdular. Başına Cindoruk?u getirdiler. Amblem olarak şemsiyeyi seçtiler ve DSP-ANAP?ın oluşturduğu, CHP'nin dışarıdan desteklediği hükümette DTP de yer aldı ve Sayın İsmet Sezgin de bu hükümetin milli savunma bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev üstlendi. 28 Şubat?ın bütün istediklerini de yani o günün adıyla milli güvenlik kararlarını da bu hükümet yerine getirdi. Bu noktada Cindoruk demokratlıktan vazgeçmiş, demokrasiyi bırakmış oldu ve millet de Cindoruk'u demokrasinin yiğit bir savunucusu olarak görmekten vazgeçti. Tam tersine antidemokratik güçlerin işbirlikçisi olarak algıladı. O dönem geçmiştir.

?367 HÜSAMETTİN OLARAK ANILDI?

O dönemden sonra Cindoruk, tekrar faal siyasete dönmedi ve DTP Genel Başkanlığını bıraktı. DTP bu günkü DTP oldu. Zaman Cindoruk?la doğmuş bu olumsuz izleri unutturabilir, en azından hafifletebilirdi. Kendisi siyasetin içinde değildi. Üzerinde bir sorumluluk da yoktu. Ancak bu şartlar içerisinde Cindoruk 28 Şubatçılığına o yetmiyormuş gibi bir de 27 Nisancılığı ekledi. ?Cumhurbaşkanının seçimine geçilmesi için 367 milletvekilinin mecliste bulunması şarttır? gibi hukukla uzak yakın alakası olmayan bir iddiayı, bu iddianın sahiplerinden bile çok daha hararetli bir şekilde destekledi. Bununla da günümüzde ?367 Hüsamettin, 367 Cindoruk? diye yer yer anılır olmuştur. Bununla da kalmadı, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır. Bunu yapabilir ama buna karşı çıkarken, 'bir imam hatip mezunu cumhurbaşkanlığı makamına oturamaz' gibi bir sözü sarfederek hem demokrasi, hem milletimizin milli ve manevi değerleri, hem de 1946-50'den itibaren gelen DP, AP ve DYP geleneğine ne kadar uzak olduğunu tek başına ortaya koyan örnek bir olaydır. Ve çok büyük bir tezat içine düşmüştür.

?CİNDORUK CHP SAFLARINA YAKIŞIR?

Mesela ?düşük profilli Demirel? de denilmektedir kendisine...
2002'den bu tarafa Demirel, siyasetin dışında. Günlük siyasetin içinde olmadığına göre, tarih ve yakın tarihimizle ilgili bahisler açılırsa Sayın Demirel üzerinde durulur. Cindoruk'un bu yaptıkları ile ilgili fikirlerim de kamuoyunun büyük bir kesiminin fikirleri ile aynıdır. Cindoruk DP genel başkanı olamaz. Bu çizginin bir politikacısı siyaset adamı olmaktan çıkmıştır. Öyle gözüküyor ki siyaset yaparken dindar çevrelere milli ve manevi değerlerine bağlı seçmene yakın gözükmeye çalışırken Cindoruk takiye yapıyormuş. Kendisi bir bakıma DP, AP ve DYP?ye uyan, yakışan bir siyaset adamı olmaktan çok, CHP saflarına uygun bir kişi portresini ortaya koydu. Bundan geçtiğimiz Eylül ayının başlarında bir gazeteye verdiği demeçte: ?Artık merkez sağdan bir şey olmaz, kurtuluş yolu merkez soldur? demek suretiyle kendi zamirini de bu şekilde açığa vurmuş oldu.

?MİLLET YENİ BİR PARTİ İSTEMİYOR?

Türkiye'de yeni bir partiye ihtiyaç yoktur. Zaten milletimiz yeni bir parti de istemiyor. Ama 1946'dan gelen Demokrat Parti, Adalet Partisi ve DYP'nin bir temsilcisi, o düşüncelerimizin bu günkü takipçisi olabilecek, milletimizin milli ve manevi değerleriyle barışık, tekrar kendi geleneğine dönmüş ve Türkiye ve dünya güncelinden kopukluğunu gidermiş bir demokrat partinin mevcudiyeti, hiç olmazsa DP'nin bundan sonra böyle bir hal alması faydalı olur. Böyle bir oluşumun hemen Türkiye?deki bütün siyasi dengeleri de değiştirmesi beklenmemelidir. Ama bu istikamette bir DP, kamuoyunun oluşması, iktidarın da muhalefetin de daha yararlı bir çizgi üzerinde yürümelerinde, aldığı oy ne olursa olsun etkili ve faydalı olacaktır. Böyle bir gelişme olumlu karşılanır ancak kendisi çok büyük hatalar yapmadığı taktirde, Allah korusun ülkemizin başına dış politika ile ilgili çok büyük musibetler gelmediği taktirde AKP'nin önümüzdeki dönemde bir miktar oy kaybetmesi beklenebilir ama bir yanda da AKP'nin yerini alacak bir alternatif siyasi partinin varolanlardan ya da kurulacak olanlardan hemen ortaya çıkacağı gibi bir izlenim almıyorum. Ama dediğim gibi yeni bir partiye millet kayıtsızdır, istemiyor. Ama dediğim şartlarda DP'nin kendini kendi geçmişine dönmek suretiyle yenilenmesi Türk siyaseti için önemli faydaları beraberinde getirir...

?AĞAR HİÇ DÖNMEMELİYDİ?

Size bu konuda hiç danışıldı mı? Siz, DP'yi bu söylediğiniz konuma taşıyacak bir isim önerdiniz mi? Ağar bunun için yeterli mi?
Hayır ben, bu konuda bana henüz danışılmadı. 2003 Eylülünden 2005 Mayısındaki DYP kongresine kadar, üyesi olmadığım halde Genel İdare Kurulu ve Başkanlık Divanına çağırıyorlardı, orada düşüncelerimi söylüyordum. Gerçekleşmedi, zaten 2005 kongresinden sonra da Ağar ve DYP yönetimi bağlarını büsbütün kopardı. Ben farklı ve önemli olaylar karşısında önce mektupla sonra basın toplantısıyla yine ikaz etmeye çalıştım fakat faydalı olmadı. Göz önüne alınmadı. Ağar'ın bir an önce gitmesi lazımdır. Zaten hiç dönmemeliydi. ?İstifa ettim? diyen kendisi. ?Sözlü yaptınız, yazılı yapmayacak mısınız?? dendiğinde ?Devlet memuru muyum ben, siyasetçiyim. Sözlü istifa istifadır? diyen kendisidir. ?Tekrar döner misiniz? denince de ?Bunu yapmak için insanın ar damarının çatlamış olması lazım? diyen de kendisidir. Bu itibarla zaten şu anda DP?nin başında bir Mehmet Ağar olmaması gerekiyor. Ne olmalı; DYP Genel İdare Kurulu?nun(GİK) acele bir Genel Başkanvekili seçip olağanüstü büyük kongreye gitmesi icap eder. Şu ana kadar bu süreç işlemeliydi. Bu sürecin önü kapatıldı.

?AĞAR VE CİNDORUK?LA OLMAZ?

Ama önümüzde bir zaman var bu zaman içinde kuvvetli bir ihtimal olarak Cindoruk'un aday olmayabileceğinden de söz edebilirim. Ağar, sonuna kadar kendi adına olmadığı takdirde bir emanetçi için DP zeminlerini zorlamaya çalışacaktır. ?Cindoruk adaydır? gibi sözleri söylemesi bu oyunun bir parçasıdır. DP, buna seyirci kalmaz. Buna sessiz kalmaz. Sessiz kalmayız. Mutlaka milletimizin ruh köküyle, kendi geçmişi ile Türkiye ve dünyanın günceli ile irtibatlı yüzde yüz demokrat, DP?li, AP'li ve DYP'li, o geleneğin devamı olacak bir kişi, siyaset adamı DP'nin başında yer alacaktır. Bunun için elimizden geleni yapacağız. Ben de elimden geleni yapacağım. Ama ne olur noktasında çok ayrıntıya giremem. Desteklediğim isimler olabilir. Ama ağar Cindoruk bunların hiç biri olmaz. Arayacağız arkadaşlarla görüşeceğiz. En uygun olanı seçeceğiz..

28 Şubat sürecinde Erbakan Hocanın bir takım uygulamalarından rahatsız olduğunuzu söylemiştiniz. Bu gün AK Parti'nin başındakiler de aynı rahatsızlıkları dile getirmişlerdi. Ama az önce dediniz ki ?Ben Ak Parti?yi desteklemedim.? O dönemde aynı konu üzerinde uzlaşmışken şimdi ayrı noktalarda olmanız nedendir acaba? Refah-Yol iktidarı iki yıl daha devam etseydi farklı olurdu deniyor... Haklılık payı var mı?
Refah-Yol?un devam etmesi kolay değildi. Sayın Erbakan?ın söylediklerinde büyük haklılık payı olduğunu Türkiye?de teslim etmeyecek çok az insan çıkar. Hatta o gün Refah?a, Erbakan?a karşı olanlar bile bu sözlerin önemli bir bölümüne karşı mutabakatlarını ifade edebilirler. Ben bunları tek tek tartışmasına girmek istemiyorum. Zaten sayın Erbakan?ın sözleri de bir şarta bağlı. Devam etseydi deniliyor. O günün şartlarında çok zordu devam etmesi. Çok kısa olarak düşüncemi ifade etmek isterim. 1995 hatta 1994'te belediye başkanlıkları seçiminden sonra Refah Partisi'nin daha yumuşaması, daha geniş kitlelere kendisini açması ve seçmen zaten bu partiye gelmek istiyor hiç olmazsa geleceklere engel olmayacak bir siyaset gütmesi gerekiyordu. Bir değişim gerekliydi. Bu gün AKP'de bulunanlar, çoğu arkadaşımızdır, o gün için belki hepsi değil ama bu düşünceleri paylaşıyorlardı. Bu itibarla Ak Parti'nin ve AK Parti?de bulunanların Refah Partisi'nden sonra gösterdikleri değişimin önemli bir kısmı gerekliydi. O da oya intikal etmişti. Ancak bu yumuşamada, bu değişimde ben şu anda biraz kantarın topunu kaçırılmış görüyorum. Özellikle dış dünyayla, Amerika?yla AB'yle ilişkilerde daha net bir duruş, daha dik bir duruş gerekirdi. RP'nin ve Milli Görüşün her şeyini bir kenara bırakmak değil, ama kabul etmekte zorlandıklarını değiştirirken bunlar içerisinde Türkiye?nin birliğine ve çıkarlarına hizmet edebilecek öğelerin de hiç olmazsa belli bir şekilde muhafaza edilmesi gerekiyordu. Benim şu anda Saadet Partisi, AK Parti ile ilgili ortak kökleri olan Refah Partisi bağlamında düşündüklerim bunlardır. Ama zannediyorum ki, iç politikadaki bazı vaatleri dış politikanın da kendi doğasında var olan Türkiye'ye yönelecek dayatma ve tehditler ister istemez daha dik, daha sert, daha kararlı bir tutuma AK Parti?yi getirecektir diye tahmin ediyorum. Böyle bir gelişmeyi bekliyorum. Zaten siyaset sık sık yeni değerlendirmeleri yapmayı gerektiriyor. Söylenen sözler var. Bunların arkasında durulması lazım gelenler var. Bir de ?bu günkü iktidar sık sık değişiyor, değişebiliyor? gibi bir izlenim ortaya çıktı. Bunun da önüne geçmeli. Hiç değilse bundan sonra dış politika ile ilgili konularda daha kararlı olması gerekiyor.
Kısacası, birisi çok katıydı, değişip yumuşaması gerekiyordu, beriki de pek yumuşayıverdi.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.