Recai Kutan

Recai Kutan

Yayın hayatına kısa bir süre önce başlayan habervaktim.com internet haber portalı siyasi parti liderleriyle röportaj serisinin ilkini Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan ile yaptı. Saadet Partisi genel merkezinde bizleri kabul eden Saadet lideri Kutan, ekonomiden AK Parti'ye, iç politikadan dış politikaya, Erbakan Hoca'dan Gül ve Erdoğan'a, 28 Şubat darbesinden orduya kadar bir çok konuda samimi bir şekilde sorularımızı cevaplandırdı.

Milli Görüş Hareketi'nin Erbakan Hoca'dan sonra ikinci ismi olan Saadet lideri Recai Kutan, en az Erbakan Hoca kadar nazik ve kibar bir insan. En son İstanbul'da gerçekleştirilen il divan toplantısında duygu yoğunluklu bir konuşma yapan Kutan, Saadet Partililerin hem genel başkanı, hem ağabeyi, hem de partinin bir neferi olarak tanımlıyor kendisini. "Yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle şefkatli bir baba, davasından taviz vermeyen bir idealist" olarak tanımlıyor parti çalışanları Recai Kutan'ı. Gerçekten de kendisiyle konuştuğumuzda şefkatli bir baba ve inanmış bir idealist portresi çizen Milli Görüş Hareketi'nin ikinci ismi, Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan'la siz okuyucularımızın beğenebileceğini umduğumuz bir röportaj gerçekleştirdik.

(Yener Dönmez - Mehmet Nedim Aslan)

22 TEMMUZ'DA OYUN OYNANDI

Geçen hafta İstanbul teşkilatınızın divan toplantısına katıldınız Sayın Erbakan ile birlikte. Takip ettiğimiz kadarıyla heyecanlı ve çoşkulu bir katılım oldu bu toplantıya. Sanki Saadet Partisi yeni bir dönemin hazırlıklarına başladı gibi bir hava vardı. Partiniz yeni dönemde hangi proje ve çalışmalarla kamuoyunun önünde olacak?
Biz bu geçen seçimi değerlendirirken, bu seçim neticelerinin Türkiye'nin o dönemdeki özel şartları sebebiyle ortaya çıkmış bir netice olarak değerlendiriyoruz. Öyle bir oyun oynandı ki Türkiye'de, büyük çoğunluğu mütedeyyin olan halkımız, adeta bir hınç içerisinde, bazı çevrelere "Var mı diyeceğiniz! Biz ekonomi politikalarını, dış politikasını, bilmem nesini tasvip etmememize rağmen AKP'yle destek vereceğiz. Çıkmışsınız diyorsunuz ki, başörtülü birisi Çankaya'ya çıkar mı çıkmaz mı? Elbette çıkar. İşte biz oylarımızla bunu ispat edeceğiz" dedi. Ve bu metot o kadar etkili oldu ki, bizim kendi teşkilatlarımızdan bile, nasıl olsa barajı geçemeyeceğiz deyip oyunu AKP'ye veren oldu. Bunu şunun için söylüyorum. Yani aslında bizim bu seçimden aldığımız yüzde 2,5 oy Saadet Partisi'nin arkasındaki destek bu kadardır anlamına gelmez.

"VERGİLERİMİZ FAİZCİLERE GİDİYOR"
Nitekim, ben hep şunu ifade ettim, seçim sırasında da vatandaşı şu yönüyle ikaz ettim. Dedim ki, "Türkiye'nin bir gerçek gündemi bir de sanal gündemi var. Ya, sizin bir numaralı meseleniz bir kere inanmış insanlar için, inandığınız gibi yaşama imkanı size tanınmıyor. Dolayısıyla din ve vicdan özgürlüğü tahrip ediliyor. En önemli meselelerden biri o. İkincisi, ekonomide tam bir soygun düzeni var. Yani zengin daha zengin oluyor, yoksul daha yoksul oluyor. Efendim işte bakın piyasalarda kasalar dolusu döviz var. İyi de bunların hepsi borç. Yani iktidara geldiğinde AKP, 200 milyar dolar olan iç ve dış borç, bugün neredeyse 420 milyar dolara çıktı. Bunlar ödenecek, ama nasıl ödenecek? Aşağı yukarı her yıl 50 milyar dolar faizcilere ödeniyor. O da görüneni. Faizcilere nasıl ödeniyor bu? Ya sizin ödediğiniz vergilerle."

"ZEKAT ALAN DA VERGİ ÖDÜYOR"
Şu müsaade ederseniz şu vergiler üzerinde bir duralım Şimdi iki türlü vergi var: Dolaylı ve direk vergiler. Kurumlar vergisi, müesseselerin ödediği direk vergiler ve bir de ÖTV, KDV gibi dolaylı vergiler var. İncelediğinizde dolaylı vergilerin toplamı tüm vergilerin yüzde 70'ini kapsıyor. Peki bu dolaylı vergiyi kim ödüyor? 75 milyon ödüyor. Hani söyleniyor ya, vergi sadece mali gücü olandan alınıyor diye. Peki sen bu dolaylı vergiyi mali gücü iyi olandan mı alıyorsun. Tipik bir örnek vereyim. Bir mahallede bir kuruşu olmayan bir fakir var. Peki bunlar nasıl geçiniyor? Müslümanların verdiği zekat ve sadakayla. Peki bunlar vergi ödüyor mu? Evet ödüyor. İşte bunlar bakkala gittiğinde o zekatla aldığı mala yüzde 10 küsur vergi veriyor. Dolayısıyla vergi düzeni tam bir soygun düzenidir.

"YABANCILAR DÖRT KÖŞE OLDU"
Vergilerde belki adil olmayan bir durum söz konusu ama düzelmeler de yok değil mi? Mesela Türk lirasının değerinin artması iyiye işaret değil mi?
Onu şöyle açıklayayım. Şimdi halen uygulanmakta olan bir ekonomi politikası var: Düşük kur yüksek faiz. Dünyanın hiçbir yerinde paraya verilen faiz Türkiye'deki kadar yüksek değil. Bir değerli ekonomistin köşe yazısında aynen şu rakam veriliyordu. Diyor ki, geçen sene Temmuz ayında 1000 Dolar getiren bir yabancı, bu senenin temmuz ayında 1470 aldı götürdü diyor. İyi ama şimdi yüksek faiz dediğin yüzde 18-19 ve yüzde 18 ile bin dört yüz yetmiş dolar olmaz diyebilirsiniz. Olmaz da, bu adam doları bozdurduğu zaman, dolar paritesine bakıyorsun 1400 liraydı. Şimdi düştü 1200 liraya. Dolayısıyla Türk lirasından dolara çevirirken, 1400 dolara böleceğine, 1200 dolara böldün mü Dolar olarak dışarıya çok daha fazla para gidiyor. Yani Türk lirasının değerinin artması bir kıymet ifade etmiyor.

"İHRACATIN YÜZDE 70'İ İTHAL"
Ekonomide iyiye giden hiç mi bir şey yok. Mesela ihracatın artması bir başarı değil midir?
Şimdi bakın, memur perişan. Ne deniyor? Yüzde 2 artı yüzde 2 altışar aylık zam yapılacak deniyor. Onun ardından seçimden sonra zam yağmurları başladı. En başta akaryakıta. Bir yerde akaryakıta zam yaptın mı her şeye intikal eder. Şimdi karar verdiler, elektriğe yüzde 15 zam yaptılar. Ama şimdilik bunu kademeli yapıyorlar millet isyan etmesin diye. Şimdi hatta tipik örnekler veriliyor. Yani yoksulun kebabı olarak tarif edilen simit yüzde 50 zam gördü. Çiftçi öldü, memur öldü, esnaf öldü ve en önemlisi de üretim yapan sanayici fevkalade perişan durumda. Nasıl oluyor bu? Tabi bazı holdingleri hariç tutarsanız. Şimdi dolar o kadar düştü, Türk lirası o kadar yükseldi ki, ithal ekmek cazip hale geldi. Şimdi hükümet övünüyor, ne diyor? Efendim bakın biz ihracatı patlattık 100 milyar doların üstüne çıkardık diyorlar. Ama ne hikmetse iç ithalattan bahseden yok. İyi ama senin dış ticaret açığın nerdeyse 50 milyar dolara ulaştı. Yahu sen ihraç ettiğin mala bir bak. Bin liralık bir ihracatta bunun 700 lirası ithal malı. Yani sen ithal ettiğin malın üzerine bir şeyler ekleyip ihraç ediyorsun.

"EKONOMİ KADAR ÖNEMLİ MANEVİ VE AHLAKİ DEĞERLERİMİZ YOZLAŞIYOR"
Bunlar kadar en tehlikeli olan şey, manevi ve ahlaki değerlerimizdeki yozlaşma her geçen biraz daha ileri gidiyor. Dış politikada neler oluyor zaten biliniyor. Vatandaşa diyordum ki, sizin gerçek gündeminiz budur. Ama sizin uğraştığınız ne? Efendim Deniz Baykal ile Tayyip Erdoğan arasındaki kavga. Senin gündeminde o var. Efendim başka ne var? Cumhurbaşkanının beyanları, Genelkurmay'ın bildirileri var, meşhur laikçilerin yaptığı gösteriler var. Yahu bunlar karın doyurmaz. Yani seçim olacak, ondan sonra acı gerçek önüne gelecek diyordum. Onun için bu oyun tuttu ve hakikaten AKP'ye büyük ölçüde teveccüh oldu. Bunu ne için söylüyorum. Pazar günü yaptığımız toplantı, bizim arkamızdaki desteğin yüzde 2,5 olmadığını, artık gerçeklerin anlaşıldığını söylemek için söylüyorum. Bugünün şartlarında hiçbir parti bir il divan toplantısında 5 bin kişiyi toplayamaz. Biz hakikaten, öyle sokaklara bildboardlar asmadık, uzun uzun reklamlar yapmadık gelin toplantıya diye. Sadece İstanbul il teşkilatımız teşkilatlarına haber gönderdi toplantı için. İştirak yüzde 92 oldu. Dolayısıyla hakikaten bu fevkalade önemli bir neticedir. Ve İstanbul'da böyle bir neticenin ortaya çıkmasında ayrıca bir anlamı var. Çünkü her vesileyle diyoruz ki, İstanbul demek Türkiye demek.

"BİZ HER HALÜKARDA KARDAYIZ"
Dolayısıyla biz 15 civarında il tespit edeceğiz. Aynı toplantıları zaman içerisinde bu illerimizde de yapacağız. Bizim bir teşkilat modelimiz var. Bu elbette bugünün şartlarına tekrar aynen uygulanmaya devam edecek. Biz hep şu prensibi koruyoruz. Teşkilat mensuplarımıza diyoruz ki, üç şeyi mutlaka gerçekleştireceğiz. Bir, var olacağız. İki, eğitimli olacağız. Üç, bütün gücümüzle çalışacağız. Var olacağızla kasıt, genel başkanından sandık baş müşahidine kadar eksiksiz bir kadrolaşma olacak. Ama bu yetmez, bir de eğitimli olacak bunlar. Şu anda hiçbir partide olmadık ölçüde yoğun bir eğitim faaliyeti var. Yani seçimden hemen sonra eğitim çalışmaları hemen başladı. Dolayısıyla biz hep şunu ifade ediyoruz. Biz yüz metre koşucusu, bin metre koşucusu değiliz, biz maraton koşucusuyuz. Yani bu seçim neticeleri bizim inancımızdaki insanlar için o kadar önemli değil. Çünkü her halükarda biz kardayız. Niye? Çünkü hani meşhur söz vardır ya, ameller niyetlere göredir diye. Eğer biz ihlasla çalışmışsak, alacağımız sevap değişmez. Dolayısıyla bu Pazar günkü gördüğüm hava itibariyle, diyorum ki mutlaka gelecek Milli Görüş'ündür. Türkiye'nin mutlaka Milli Görüş'e ihtiyacı vardır.

"28 ŞUBAT OLMASAYDI TÜRKİYE BUGÜN DAHA GÜÇLÜ OLURDU"
Eğer bizim 28 Şubat'tan önce hükümet olarak başlattığımız icraatlar iki sene daha devam etseydi, Amerika kesin olarak Irak'a, Afganistan'a saldıramazdı. Şu anda Ortadoğu'daki kaos ve Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehlikeler olmaz ve en önemlisi de Türkiye ekonomik olarak çok daha ileri bir yerde olurdu. Şimdi bunu artık bizim dışımızdakiler de telaffuz etmeye başladılar. Ben gelecek için büyük ümitler taşıyorum. Ve arkadaşlarımızda da aynı inancı görüyorum.

"AK PARTİ'NİN SIRTINDA MİLLİ GÖRÜŞ DAMGASI VAR"
Toplumun büyük bir kısmı bu gerçeği kabul ediyor: İşte iki sene daha kalınsaydı, beş sene daha kalınsaydı her şey daha farklı olurdu diye. Peki bir beş yıl daha kalmanın formülü nedir? Şimdi AK Parti de iki yıl daha kalmak, beş yıl daha kalmak adına farklı bir formül uyguluyor. Sizin formülünüz nedir?
Şimdi onu şöyle açıklayayım. Bu arkadaşlarımız Milli Görüş'ten niçin ayrıldılar? Ayrılmanın sebebi şu: Diyorlar ki, bizim tutturduğumuz bu çizgi sebebiyle bize siyaset imkanı tanımıyorlar. Milli Nizam kapandı, Milli Selamet kapandı, Refah kapandı, Fazilet kapandı. O halde onların sık sık kullandığı bir tabirle "reel politik", yani bu reel politiğin gereğini yerine getirmek lazım dediler. Böylece ayrıldılar bu arkadaşlar. Bir defa bunların, temel yapı itibariyle farklı şeyler söylense de, hala sırtlarında Milli Görüş'ün damgası var. Ve diyorum ki bu Milli Görüş'ün öyle bir boyası var ki, kim ki bunu sırtına giyerse, o boya bir daha çıkmaz. Şimdi şunu ümit ettik. Tamam bu arkadaşlar dediler ki, biz konjüktürün şartlarına göre oyunu ona göre ayarlayacağız dediler. Ancak bazı temel meseleler var ki, biz bunda en ufak bir taviz vermeyeceğiz. Bu arkadaşların icraatına bakıyorsunuz ve ondan sonra diyorsunuz ki, bunu yapmaya mecbur değilsin ki birilerini memnun edebilmek için.

"REEL POLİTİĞİN DE ÖTESİNDE BİR POLİTİKA İZLENDİ"
En çok hangi icraatlarını beğenmiyorsunuz?
Efendim Avrupa Birliği'ne mutlaka gireceğim diyorlar. Ya arkadaş Avrupa Birliği'ne seni almayacaklar. Bunu net olarak söylüyorlar. Ne uyguluyorlar efendim? Müzakere 8-10 sene devam edecek denildi. Bunun anlamı şu: Adamlar bu oyunla taviz alıyorlar ama bir şey vermiyorlar. Ondan sonra diyor ki bana benzeyeceksin diyor Avrupa. İyi ben sana benzeyeyim. Bak biz de zina suç değil, bunu kaldır diyor. Ya bunu kaldırmaya mecbur değilsin arkadaş. Yani diyemezsin efendim ne yapalım. Yani bunlara karşı hakikaten dik durmaları icap ediyordu. Yani reel politik adına, işte efendim biz Avrupa ile iyi ilişkiler içerisinde olursak, onları da arkamıza alırız diyorlar. Ya elin herifi geliyor sana diyor ki, bak arkadaş su yakın bir gelecekte petrolden daha önemli bir strateji madde haline gelecek. Bu itibarla diyor ki, sizin Güneydoğu'daki Fırat ve Dicle'nin suları ve tesislerin yönetimi milletlerarası bir kuruluşa devredilecektir diye ilerleme raporunda resmen yazıyor bunu. Buna da ses çıkarmıyor.

"AB TÜRKİYE'DEN ÖZÜR DİLEMEZSE MÜZAKERELER ASKIYA ALINMALI"
İkinci ilerleme raporunda da diyorlar ki, sizin toplumunuzdaki Alevi ve Kürtleri azınlık olarak tanıyın. Ne dedik biz? Böylesine tekliflerden vazgeçtiğinizi ilan edip; Türkiye'den özür dilemediğiniz taktirde AB ile müzakereleri biz askıya alıyoruz deyin, dedik. Deyin bakın adamlar ne yapacaklar. Hiç sesleri solukları çıkmadı. Evet bazı tedbirli hareket etmek, mayınlı sahalarda dolaşmamayı anlarım. Ancak bazı şeyler vardır ki, bunları yapmak zorunda değilsin. Şimdi sekiz yıllık kesintisiz eğitim. Ya bu o kadar rahat konuşulacak bir şey ki, bugün herkesin özendiği Batı aleminde böyle bir uygulama var mı? Yok. Her yerde eğitim kademeli yapılıyor. Kabiliyetlere göre yönlendiriliyor. Sen sekiz yılı ne için yapmışsın. İmam hatipleri ortadan kaldırmak için yapmışsın. Sen de ortaya çıkacaksın, imam hatipler için demeyeceksin, kuran kursu için demeyeceksin, pedagojik gerekler bunu emrediyor diyeceksin. Yani çocuk 8 yılı bitirdi ve 15 yaşına geldiğinde sanat öğrenemez, çıraklık yapamaz. Buna kim karşı çıkacak. Ama bunun hiç lafını etmediler.

"BAZI ŞEYLERDEN TAVİZ VERİLMEMELİYDİ"
Bazı gazete yazarlarının şöyle bir yorumu var: Diyorlar ki, AK Parti ve Tayyip Erdoğan Amerika ile aynı yolda yürüyor. Ama Erdoğan bir adım önce çıkacak. Yani bu reel politiğin sonunda, bu mayınlı tarlalardan geçtikten sonra bir adım öne geçilecek deniyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Efendim bunlar fevkalade yanlış değerlendirmeler. Şimdi bazı şeyler var ki, hangi şartta olursa olsun o görüşü savunmak mecburiyetindesiniz. Niye? Bu inancınız gereği. Şimdi sorayım size? Yani şu zina meselesi için mecbur muydunuz Avrupa'ya uymaya? Ya Avrupa Birliği ülkeleri kendi aralarında, İngiliz diyor ki ben Avro'ya geçmiyorum diyor, Fransa diyor ki benim eski sömürgelerim var. Sizinle ortaklığım var ama bunlarla da varlık prensiplerim var diyor. Herkes de pek iyi diyor. Şimdi bir ara çok yazıldı, çizildi. Tipik olduğu için söylüyorum. Adam diyor ki, sizin kestiğiniz kesim hayvanları içerisinde domuz yok. Arkadaşlar dediler ki domuzu kesim hayvanlar kategorisine koyuyorlar dediler. Ben de ne olacak ki, kağıt üzerinde olduktan sonra bir şey olmaz dedim. Yani reel politika gereği diye düşündüm. Aradan 15-20 gün sonra resmi gazeteyi getirdiler bana. Tarım Bakanlığı'ndan tebliğ: Üçten fazla domuz besleyenlere teşvik kredisi uygulanmaya başlanmıştır diye. Efendim şimdi en dindar olan illerimizde domuz çiftlikleri kurulmaya başlandı. Eh şimdi buna mecbur değilsin arkadaş. Niye yapıyorsun?

"AMERİKA BİZİ UYUTUYOR"
Özellikle bu dış politikada insan kahroluyor. Adamların Irak'ta yaptığı zulmü görüyorsunuz. En azından şu PKK konusu. Tayyip Erdoğan ne dedi? Efendim ben Bush'a gideceğim, önüne dosyayı koyacağım. Ve diyeceğim ki arkadaş PKK'ya siz lojistik destek veriyorsunuz, bunlar mutlaka hallolmalıdır ve askeri müdahalede bulunacağız. Gitti geldi ne oldu? Şimdi ortada ne olacağı belli değil. Bizim dış ilişkilerden sorumlu Temel Karamollaoğlu'nun bir iddiası vardı. Dedi ki, Amerika'nın metodu hep uyutma metodudur dedi. Şimdi bir miktar uyutacaklar ve ondan sonra tam kar yağmaya başlayacak, denecek ki bu kış kıyamette bir askeri harekat olur mu diye. Nitekim bugün gazetelerde de yazılıyor eksi 20 derecede operasyon yapılıyor diye. Evet reel politiğe belli bir yere anlayış gösterebiliriz ama yapılan icraatın çok büyük bir bölümünü tasvip etmemiz mümkün değil.

"JAPON KADINLAR BİLE PARALARINI TÜRKİYE'YE YATIRIYOR"
Şimdi ya şu ekonomik düzen hakikaten yoksuldan alıp zengine verme düzeni. Ya birazcık bir tedbir alın, düşürün şu faizi. Niye? Çünkü diyor ki, ben faizi düşürürsem, dışarıdan bu paralar gelmez diye. Bugünkü gazetelerin birinde müjde olarak söylüyor. Diyor ki, bu önümüzdeki dönemde Türkiye'ye 120 milyar dolar gelmesi bekleniyor. Elbette gelir, niye gelmesin. Japonya'da hanımlar yüzde bir faizle kredi alıyorlarmış. Ondan sonra gelip Türkiye'ye yatırıyorlar. Ondan sadece faizden yüzde 18 alıyorlar. Tabii bu soygunu görünce her yerden sermaye gelir. Şimdi yabancı sermaye gelip herhangi bir tesis kuruyor mu? Kurmuyor.

"ÖZELLEŞTİRME BİR SOYGUN HALİNE GELDİ"
Efendim biz ekonomide büyük hamleler yapıyoruz, onun için devlet artık elini ekonomiden çekecek diyorlar. Onun için biz özelleştirmeyi yapacağız diyorlar. Ya sizin yaptığınız bu özelleştirme tam bir soygun. Biz özelleştirme karşıtı değiliz ama şartlarımız var. Efendim devletin mali imkan yok. Mevcut olan bir devlet tesisi para olmadığı için kapasitesi artırılmıyor. Özel sektör gelsin istihdamı arttırsın, modernize etsin. Böyle bir özelleştirmeye can kurban. Şimdi özelleştirmelerle ne yapılıyor? Yüzde 80'i çalışmıyor. Ne diyor Maliye Bakanı? Efendim Sümerbank'ı özelleştirdik diyor. İyi yaptınız. Eskiden bir fabrika vardı, çalışan işçi vardı. Şimdi Manisa'da bir Sümerbank fabrikası vardı. Türkiye'nin en kaliteli potinlerini ihmal ediyordu. Malatya'daki Sümerbank en kaliteli perdeyi yapıyordu. Ancak kapasitesini artıracak, makineleri yenileyecek imkan yok, özelleştireceğiz dediler. Efendim Manisa'da Sümerbank özelleştirildi ve özeleştirme 4,5 milyon dolara gitti. Aşağı yukarı 130 dönüm arazisi var. Bu arazinin 70 dönümünü adam 13,5 milyon dolara bir gruba sattı. Makinelerini hurda diye sattı. Şimdi geriye kendisine 60 dönüm arazi kaldı oraya yüksek binalar dikmek üzere. Bütün et balık kombinaları haraç mezat satıldı.

"YANLIŞ İCRAATLAR GEREKSİZ VEHİMLERİN SONUCU"
Vaktiyle bizim kurduğumuz tesisler, ki bunlar tamamen ekonomik kriterlere göre yapılmış tesisler değildi. Ekonomik artı sosyal kriterlere göre yapıldı. Kars'ta, Ağrı'da, Van'da çiftçi kardeşim, geçinemediği için yorganı sırtına verip İstanbul'a gelmesin diye. Onun için buralara şeker fabrikaları yaptık ve oraya pancar girdi. Alternatif bir ürün. Hayvancılık gelişti. Ama bunlar hep haraç mezat satıldı. Şimdi sıra kaldı şeker fabrikalarına. Özelleştirdiğiniz zaman fabrika kapanacak. Alan adam diyecek ki, ben bu kapasitede bir şeker fabrikasını çalıştıramam diyecek. Orada arsa marsa işi yapacak. Bunları yapmaya mecbur mu AKP. Dolayısıyla bazı şeyler vardır, anlayışla karşılanabilir mayınla alanda dolaşmamak gibi. Ama icraatlarına bakarsanız, icraatlarının büyük bir kısmı yanlış değerlendirmeden ve bazen de gereksiz vehimden kaynaklanıyor.

"ŞU İRTİCA HORTLASA DA BİZ DE NEYMİŞ GÖRELİM"
Dindar Müslümanlar Türkiye'de tehdit olarak görülüyor bir kesim tarafından. Oysa bu insanlar vergisini veren, vatani görevini yapan ve bu ülke çalışan insanlar. Siz de malum dindar bir Müslümansınız ve bu ülkeye birçok hizmetiniz oldu? Dindar bir Müslüman olarak siz de kendinizi kendi ülkenize karşı bir tehdit olarak görüyor musunuz?
Şimdi bu aşağı yukarı İttihat Terakki'den bu yana Türkiye'de bazı özel tabirler kullanılıyor: Seçkinler deniliyor, elitler deniliyor. Bunlar kendi düzenlerini devam ettirebilmek bakımında bu iddiaların içerisinde oldular. Ve bu oyuna ittihat terakki döneminde de hep Müslümanlar irtica iddiasıyla bir tehdit olarak görülüyordu. Ve irtica hortladı, hortlayacak diye söylüyorlardı. Bir sefer bir konuşmamda, şu meret bir hortlasa da biz de görelim nedir ne değil diye. Ve bu ilk defa ortaya atılan bir söz değil. Meşhur hiciv şairimiz Eşref var. Şair Eşref bir beytinde şunu söylüyor: "Dolanıp durma derununda, yıkıl git, yoksa mürtecidir diye ey gam seni ihbar ederim." Hangi yılda söylemiş bunu? 1908'de. Demek ki, o zaman da irtica hortluyor demişler. Şimdi bu ülkede tabii inanan insanlar her alanda iyinin, güzelin, haklının hakim olması için gayret gösteriyorlar. Ancak soygundan yana olanlar, hayır bu ülkeyi sadece biz yönetiriz, bizim dışımızdakiler bu işe karışmasınlar diyerek bundan fevkalade korkuyorlar. Bugün Milli Görüş'e bunlar büyük ölçüde karşılar. Niçin karşılar? Çünkü Milli Görüş ortaya çıkıncaya kadar, bu zihniyette olan insanlara, özellikle devlet kadrolarında en ufak bir imkan yok idi. Yani Milli Görüş'ün bu ülkeye yaptığı o kadar büyük hizmetler var ki, o hizmetlerin en başında da inanan insanları bu ülkeyi herkesten daha iyi yöneteceğinin ispatını ortaya koydular.

"MÜTEDEYYİN İNSANLARA DEVLETTE KADRO AÇTIK"
Şimdi Ecevit ile hükümet kurduk. Çeşitli bakanlıklar bizdeydi. Bazılarını da biz özellikle istedik. Koalisyon protokolünde şart koştuk. Dedik ki, başbakan yardımcısı Erbakan olacak ve aynı zamanda da ekonomik kurulun başında olacak. Peki dedi. Diyanetten ve Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı, İçişleri Bakanı bizden olacak dedik ve kabul ettirdik. Niye İçişleri Bakanlığını istiyoruz? Çünkü inanan insanlara o dönemde zulüm mahalle bekçilerinden, polis bilmem ne vasıtasıyla yapılıyor. İçişleri senden olunca bu olmayacak. Yine Adalet Bakanlığı'nı da aldık. Bunlar tesadüfi değil. İşte o dönemde şimdi, İçişleri Bakanlığı'nda gayet tabii arzu ediliyor ki, bu işin ehli ve dürüst insanlardan bir kadro meydana gelsin. Tabii o vakte kadar uygulanan politikalar itibariyle bu mütedeyyin insanların gelişmesi, belli kademelere gelmesi mümkün olmamış. O vakit, tabii o dönemde bazı imkanlar sağlandı.

"MARKSİST BAKANA İMAM HATİP OKULU AÇTIRDIK"
İşte onun ardından malum Ecevit döneminde çok sayıda imam hatip okulları açıldı. Koyduğumuz şartlardan birisi o. Binası halk tarafından yapılmış ne kadar imam hatip varsa, bunlar açılacak diye. Milli Eğitim Bakanı kim? Mustafa Üstündağ. Marksist birisi. Ya Sayın Kutan diyor, değil ben İmam hatip okulu açmak, mevcutların kapatılmasından yanayım. Ancak ne yazık ki, sayın Genel Başkanım buna imza koydu dedi. O dönemde yüzlerce imam hatip lisesi açıldı. Faydası ne oldu? Bunların üniversiteye girmesi sağlandı. Bir ara Uğur Mumcu yazıyordu, ey ilerici güçler, ey aydınlar gözünüzü dört açın. Bu sene yakın bir gelecekte Türkiye'yi yönetecek insanların okuyacağı Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girenlerin yarıdan fazlası İmam Hatip menşeli diye yazdı.

"İSTANBUL DÜKALARI HOCA'DAN HOŞLANMAZ"
Belli bir süre sonra Anadolu'yu dolaşıyoruz. Bakıyoruz ki pırıl pırıl bir kaymakam. Sonradan anlıyoruz ki, İmam hatip kökenli, işte şu hanım imam hatipli falan. Hakikaten bu ülkede hakkın, iyinin, doğrunun hakimiyeti için çalışan insanlara bir imkan çıktı. Bu sadece devlet yönetiminde değil. Aynı şekilde ticarette, sanayide de oldu. Erbakan Hoca sorumlu olduğu dönemde Anadolu sermayesi en büyük desteği gördü. Onun için bu İstanbul dükalığı dediğimiz holdingler Erbakan Hoca'dan hiç hoşlanmazlar. Niye? Bize bir sürü rakip çıkarıyor diye. Bugün Allah'a şükür mütedeyyin insanlar da ticarette ön plana geçtiler. Dolayısıyla bu tamamen menfaatle ilgili bir yafta, bu irtica yaftası.

"BAZI İNSANLAR SAMİMİ OLARAK İRTİCA KORKUSU YAŞIYOR"
Bazıları da samimi olarak bir vehim içerisindeler. yani bazı insanlar diyor ki, ya Sayın Kutan biz samimi olarak korkuyoruz diyorlar. Yani bunlar zorla bizim başımızı örtecekler diyor. Ya diyorum ki, nereden çıkarıyorsunuz bunları. Milli Görüş ard arda hükümetlerde yer aldı. Kime baskı yaptılar başını örteceksin diye. Efendim yok bunlar illa Türkiye'yi İran'a benzetecekler diyorlar. Ben de bazı yerlerde, panellerde şunu söyledim bu iddiada bulunanlara: Dedim ki, efendim İran'a benzetecekler, neden çekiniyorsunuz? Efendim insan haklarına aykırı olarak İran zorla baskı yapıyor ve başlarını kapattırıyor. Evet bunu tasvip etmiyorsunuz öyle mi? Eh sizin onlardan ne farkınız var. Onlar zorla baş kapattırıyor, siz de baş açıyorsunuz. İkisi de aynı diye söylüyorum.

"SOYGUN DÜZENİNİN İLACI DİNDİR"
Yani dolayısıyla milli manevi ve ahlaki değerlere sahip olan insanlardan bu ülkeye sadece iyilik gelir, hizmet gelir. Şimdi işte hep eğitim sisteminden bahsediyoruz. Öyle yanlış bir eğitim sistemi ki, orada fizik öğretiyorsun, plan diyorsun, organizasyon diyorsun ve oradan çocuk mezun oluyor. Gayet güzel plan yapan biri oluyor ancak soyguncu olarak çıkıyor. Niye? Çünkü o çocuğa başka şeyler öğretmiyorsun da ondan. İnanç nedir, hesap günü nedir, ahiret nedir diye öğretmiyorsun. Peki imam hatip lisesinden mezun olanlar niye soyguncu olmuyor? Demek ki Türkiye'nin ihtiyacı olan öyle bir eğitim sistemidir. Eh şimdi siz bunlardan korkuyorsunuz. Oysa sen ilaçtan korkuyorsun. Ortada bir hastalık var. Hastalık tedavi olacak ve ilaç da var. Ama diyorsun ki ben bu ilaçtan korkuyorum. Onun için bu bir vehimdir.

"28 ŞUBAT'I ORDU DEĞİL, AMERİKA, İSRAİL VE TÜSİAD YAPTI"
28 Şubat'la ilgili bir soru sormak istiyoruz. 28 Şubat "post-modern" darbesi tartışıldığında Erbakan Hoca olsun, siz olun ya da partinizin diğer yetkili isimleri, askerlerin bu konudaki rolü konusunda pek fazla fikir beyan etmiyorsunuz. Daha çok bu darbenin dış bağlantıları üzerinde duruyorsunuz. Oysa medyadaki hakim görüş ya da hakim kılınmaya çalışılan görüş, askerin bu darbeyi yaptığına dair bir görüş. Biz de merak ediyoruz. Acaba bu 28 Şubat'ı kim yaptı? Ya da askerler kullanıldı mı 28 Şubat süreci denilen dönemde?
Bu fevkalade önemli bir soru. Bir kere bizim orduya çok farklı bir bakışımız var. Biz orduya hakikaten gözümüzün bebeği gözüyle görürüz. Dolayısıyla orduyu yıpratacak bütün tavırlardan kaçınıyoruz. 28 Şubat'ta elbette çeşitli çevrelerin etkileri oldu. Bunlar içerisinde o dönem ordunun üst kademesinde bulunan bazı komutanların da dahli olduğu inkar götürmez. Tabii bunu bütün orduya mal etmek fevkalade yanlış olur. Evet, o komutanlar fevkalade hatalı hareket ettiler. Ancak, şimdi bu meselenin ta başından bakarsanız, hangi etkiler oldu?

"TÜSİAD SOYGUNUN BİTMESİNDEN RAHATSIZ OLDU"
Şimdi Erbakan Hoca, başbakan olduktan sonra çeşitli uygulamaları oldu. Bunlardan bir tanesi yapılan ekonomik uygulamalar. O özellikle İstanbul dükalarını rahatsız etti bu politikalar. Uygulamalardan bir tanesi meşhur havuz tatbikatıydı. Neydi bu havuz tatbikatı? Efendim kar eden bazı kamu kuruluşları çok daha faiz alırım diye parasını götürüp bir özel bankaya yatırıyor idi. Buna mukabil kar edemeyen, kendisine sermaye artırımı yapılmadığı için kredi almak zorunda olan diğer bir KİT aynı bankaya gidip bana kredi verir misin diyordu. Kimin parasını veriyordu, devletin parasını. Üstelik üstüne 15-20 puan faiz koyuyordu. Ne dedik biz? Kimin parası varsa bu havuza getirecek. Kimin paraya ihtiyacı varsa makul bir faizle alacak. Kayserililerin meşhur bir sözü vardır, çayın taşı çayın kuşu derler. Çayın taşıyla çayın kuşunu vuruyorlardı bu bankalar. Ama bizle bu düzen ortadan kalktı. Şimdi dolayısıyla bu TÜSİAD dediğimiz zenginler kulübünün mensupları bu işten rahatsız oldular.

"AMERİKA 28 ŞUBAT'I WASHINGTON'DA TASARLADI"
Onun dışında bir D-8 tatbikatı oldu. Özellikle Amerika, İsrail ve Batılılar bir baktılar ki, Türkiye eski yörüngesinden çıkıyor. Tamamen bağımsız, bir de üstüne bütün Müslüman ülkeleri bir araya getirebiliyor. Düşünebiliyor musunuz? Öyle Müslüman ülkeler var ki bunlar çok iddia sahibi. Türkiye'nin nüfusu o dönemde 65 milyon ve buna mukabil 200 milyonluk Müslüman ülkeler var. Erbakan diye bir adam çıkmış ve bunları bir araya getirmiş. İşte Erbakan nasıl bir etkiye sahipse, bunları bir araya toplamış ve bir milyar nüfusu temsil eden bir çekirdek kadro oluşturmuş. Demiş ki, işte bundan sonra bu G-8'lerin karşısına D-8 olarak karşılarında olacağız. Öyle tek tek müzakere gücümüz yok. Bütün bunların neticesinde şu bilgiler ardından öğreniliyor. TÜSİAD Atina'da bir toplantı yapıyor. Ondan evvel bazı kimselere raporlar hazırlatmışlar. Raporda deniliyor ki, bu gidiş devam ettiği taktirde, bu önümüzdeki seçimde Refah Partisi yüzde 40'ün üstünde oy olacak, sonrasında yüzde 60 oy alacak. Bu yüzden mutlaka süratle tedbir almamız lazım. 28 Şubattan altı ay evvel Güneri Civaoğlu'nun bir yazısı çıktı. Diyor ki, yüksek yerlerde düşünüldü, taşınıldı bazı kararlar alındı. Dendi ki diyor, bu adamların gidişine devam edemeyiz. Çözüm, bu partiyi bölmektir. Daha ortada bölme lafı yok, 28 Şubat yok. Öbür yandan ABD'de özellikle Dışişleri Bakanlığı'nda bazı toplantılar yapılıyor. O toplantıda mutlaka bazı ciddi tedbirlerin alınmasına dair görüşler dile getiriliyor. Amerika'dan gönderilmiş bir kripto da 28 Şubat'ta ortaya konulan talepler var.

"KOMUTANLAR HATALARINI ANLADILAR"
Bütün bunlar üst üste geldi ve maalesef bazı komutanlar da büyük ölçüde bunun etkisinde kaldılar. Ancak şimdi bu komutanlardan bir kısmı zaman geçtikten sonra bu 28 Şubat'ın hatalı olduğunu ve hakikaten Milli Görüş mensuplarının milli bir çizgide olduğu, ondan sonra Amerika'nın güdümünde olmadığı şeklinde görüşlerini ifade ediyorlar. Tabii zaman içerisinde bazı itiraflarla da bazı perde arkası ortaya çıkıyor. Bir emekli general gazetecilere dedi ki, bu Sincan'daki tank yürütme olayını herkes kendine mal ediyor, halbuki bunun kararını ben verdim diyor. Ve Çevik Bir'e böyle bir şey yaptığını söylüyor. Çevik Bir de, sen ne yaptın, Karadayı duyarsa, seni böyle böyle yapar diye. Nitekim bir müddet sonra Karadayı bana telefon etti, ulan ne halt ettin dedi diyor. Aradan iki saat geçtikten sonra tekrar telefon etti. Aferin iyi ettin dedi diyor. Adam böylece itiraf etti. O dönemde Erol Özkasnak, efendim eğer biz o dönemde bu tedbirleri almasaydık, parlamento aritmetiği böyle mi olurdu dedi. O dönemde ben meclis kürsüsünde dedim ki, bu açıkça anayasaya aykırıdır. Yani bu açıkça biz seçimleri etkiledik anlamına geliyor. Bunları hep üst üste koyduğunuz zaman 28 Şubat'ın Türkiye'ye ne büyük kötülükler getirdiğini ayan beyan görüyoruz.

"GENELKURMAY AKP'YE DESTEK VERDİ"
Belki bugün itibariyle komutanlar 28 Şubat'ta yaptıkları nedeniyle hatalarını anlamış olabilirler ancak aynı hataları bugün de yapmıyorlar mı? Mesela en son 8 askerimizin kaçırılması olayında basında çıkan bazı yorumlar oldu. Genelkurmay kendi alanıyla ilgili konuşmuyor ancak kendisini ilgilendirmeyen, mesela dini konularda konuşabiliyor diye eleştiriler yer aldı basında. Bir de seçimler öncesi verilmiş bir e-muhtıra örneği var.
Tabii bu da yanlış. Yine yanlışlık yapılıyor. Tabii şimdi onların bazı iddiaları, AKP için yaptığı iddiaları bize yapmaları mümkün değildi. Şimdi ne diyorlar? Efendim bunlar çok büyük ölçüde Amerika'nın politikalarını, Avrupa'nın politikalarını uyguluyorlar. Yani bunların dış politikası milli değil. Ama böyle bir iddiayı bize yapmaları mümkün değildi. Ama onun dışında bazı şeyler var ki, 28 Şubat döneminde yapılan şeylerin benzerini bu dönemde de yapıyorlar. Efendim biz onun için dedik ki, AKP'nin aleyhinde görünüyorlar ama, AKP'nin bu büyük seçim neticesi almasında büyük rol oynadı bu muhtıra. Yani CHP AKP'ye en büyük desteği verdi. Genelkurmay, bildirisiyle, Cumhurbaşkanı beyanlarıyla en büyük desteği verdi AKP'ye.

"CHP'Yİ UYARDIK"
Sizce bunu bilinçli mi verdiler yoksa böyle bir seçim sonucunu tahmin etmiyorlar mıydı?
Hayır bunu bilinçli vermediler. Ancak, yanlış yorum yaptılar. Biz Deniz Baykal'a söyledik. Yani bu hükümeti tenkit edebilmek için o kadar çok malzeme var ki. Yahu ekonomiden bahsedin, dış politikadan bahsedin. Deyin ki, Irak'ta akan kanın sorumlularından biri de sizsiniz deyin. Bir sürü yolsuzluk vesaire. Bunları bırakmışsınız, işte efendim irticaymış falan. Mütedeyyin insanlar ister istemez, aman şu CHP gelmesin de en güçlü hangisi ise o gelsin AKP gelsin diyorlar dedik. Tabi onlar da kendi hesaplarında şunu düşünüyor CHP. Ya diyorlar, şimdi biz bir oyunun içindeyiz. Milletin önüne iki alternatif konuluyor. Sağcı olanlar AKP'ye gidecek. Solcu olanlar parçalanmadan bana gelecek. O da bütün sol kadroları kendi bünyesinde barındıracağını düşündü.

"ERBAKAN AKLINI SİYONİZMLE BOZMUŞ!"
Az önce söylediklerinizle bağlantılı olarak şunu sormak istiyorum. Erbakan Hoca'nın siyasi mücadelesine baktığımız zaman konuşmalarında her zaman milli siyaset, milli ekonomi, milli dış politika söylemi hakim. Refahyol hükümeti dönemindeki politikalar tam da bugünkü ulusalcıların beğenebileceği bir uygulamalar silsilesi olarak görülebilir.
Ancak, Erbakan Hoca ve Refahyol Hükümeti Amerika'nın Dışişleri Bakanlığı'nda görevli olan eski Ortadoğu ve İstihbarat Büro Şefi Alan Makovsky'nin dediği gibi bugünkü ulusalcılarca Amerika'ya şikayet ediliyordu. Bugün ise tam tersi bir uygulama var ve ulusalcı çevreler AK Parti'yi Amerikancı olmakla suçluyorlar? Sizin bu durumla ilgili görüşünüz nedir?
Şimdi Erbakan Hoca'nın şöyle bir problemi var. Erbakan Hoca Türkiye'nin problemlerini, pek çok çevreden, özellikle bu aydın geçinenlerden 15-20 yıl öncesinden önce ifade ediyor ve bunu ifade ettiği zaman yadırganıyor. 15-20 yıl önceden Erbakan Hoca açıkça diyordu ki, bir tarafta Amerika var, Siyonizmin güdümünde olan Amerika var. Bunlar ikinci Sevr'i hortlatma gayreti içinde, büyük İsrail'i hortlatma içindedirler. Mesela Erbakan Hoca bunu meclis kürsüsünde söylediği zaman Adalet Partililer bıyık altından gülüyorlardı ve şu Erbakan aklını Siyonizmle bozmuş diyorlardı. Şimdi o dönemde hakikaten Türkiye'nin karşısındaki büyük tehlikeler bilinmiyordu. Amerika'yı gerçek anlamda dost bir ülke olarak biliyorlardı. Herkes Amerika ve Avrupa hayranıydı. Mesela biz o dönemde Batı kulüp diye bir tabir kullanıyorduk. Ancak bize Avrupa düşmanı deniliyordu. Bizim insanlara düşmanlığımız söz konusu değil. Ama Türkiye aleyhine olan uygulamalarına karşıyız. Zaman içerisinde bu gerçekler 15-20 yıl geç de olsa bunların kafalarına dank etmeye başladı. Şimdi herkes, halkın yüzde 90'ı PKK'yı destekleyenin Amerika ve İsrail olduğunu söylüyor ve buna samimiyetle inanıyor. Bundan 15 sene evvel kimse böyle düşünmüyordu.

"BASRA ARAP OLDUKTAN SONRA HOCA'YI ANLADILAR"
Bugünkü Milli Gazete de Erbakan Hoca'nın Çekiş Güç ile ilgili mecliste yapmış olduğu konuşmayı Tutanak dergisinden aynen almış. Diyor ki, yapılan bütün çalışmalar ikinci Sevr'i hortlatmaktır. Bugün ortaya çıkanları ta o dönemden ifade etmiş durumdadır. Dolayısıyla gerçekler gecikerek anlaşıldı. Dolayısıyla vaktiyle Amerika'ya Milli Görüş'ü şikayet edenler, bu gerçeği gördükten sonra ya şu Erbakan çok haklıymış dediler ama meşhur bir tabir var ya, Basra Arap olduktan sonra.

"TAYYİP BEY İYİ NİYETLİ ANCAK ELEŞTİRİYİ HAZMEDEMİYOR"
Siz yıllarca Tayyip Bey'le beraber çalıştınız ve kendisini çok yakından tanıyorsunuz. Tayyip Bey'in sırtında hala Milli Görüş damgası var dediniz. Peki bu damgayı göz önünde bulundurarak, siz Tayyip Bey'in işlediğini söylediğiniz hatalardan dönmesini bekliyor musunuz?
Bu arkadaşlar seçimden aldıkları neticeden sonra, özellikle sağdan soldan yapılan böyle iltifatlar sebebiyle, yaptıkları bütün çalışmaların fevkalade isabetli olduğu kanaatine kapıldılar. Yönetimde en tehlikeli şey şu ki, eğer yanınızdakiler hep çok doğrudur diyor ise, bir müddet sonra insanoğlu etkisi altında kalır bunların. Tayyip Bey'in belki de en büyük şansızlığı şu: AKP denilen kuruluş tamamen Tayyip Erdoğan ismi üzerine bina edilmiş bir kuruluştur. Ve etrafında olan bütün insanlar itiraf etmese de iç alemlerinde mutlaka şöyle düşünüyorlardır: Ya biz buraya milletvekili olduk Tayyip Erdoğan sayesinde. Bu tabii, bir insan için çok yanıltıcı bir durum meydana getirir. Ben bakıyorum, Tayyip Erdoğan Bey bazen büyük reaksiyonlar gösteriyorlar. İşte efendim, muhalefet böyle söyledi. Tabiî ki muhalefet söyleyecek ve muhalefetin o söylediği de doğru. Yani bakıyorum ki hazmedemiyor bunu. Yani temenni ediyorum ki, gerçekleri görmeye başlar. Şimdi gayet tabii arkadaşlarımızın şu kadar sene Milli Görüş içinde kalmış arkadaşların kötü niyetli olduklarını düşünemem. Ancak yanılgı içerisinde oldukları da muhakkak. Bir kere danışma, istişare etme alışkanlıkları yok.

"RESMEN OLMASA DA HOCA'YA GİZLİCE SORUN"
Şimdi beş sene geçmiş. Türkiye'de çok önemli olaylar cereyan etmiş. Mesela bir Kıbrıs meselesi ortaya çıkmış. Yani insan demez mi? Yahu şu Kıbrıs meselesini Türkiye'de en bilen Erbakan'dır. Resmen olmasa bile tamamen gizli gidip Erbakan Hoca'dan bir sorsak. Bu Kıbrıs için ne tavsiye ediyorsunuz diye. Bugüne kadar biz, gerektiğinde bir muhalefet partisi olarak, bir Allah'ın kulu bizimle bir görüşme yapmadı. AKP'li bazı arkadaşlara şu sitemde bulundum. Ya Kemal Derviş diye bir adam geldi ve biz en acımasız bir şekilde bu arkadaşın ekonomi politikasını tenkit ettik. Bir müddet sonra bana telefon etti ve dedi ki, sayın Kutan izin verir misiniz ben gelip size ekonomi politikamı takdim edeyim. Ben de hay hay gelin dedim ve bize anlattı bu politikalarını bir buçuk saat. Ben de ona bir buçuk saat bu politikaların neden yanlış olduğunu anlattım. Ya Kemal Derviş bile geldi bizim fikrimizi aldı. Ya sizden bir Allah'ın bir kulu gelip de sormaz mı? İlle Tayyip Erdoğan'ın gelmesi şart değil ki, bir arkadaş gelir sorar ne yapalım diye. Bu neyi gösteriyor? Aşırı derecede bir güven içerisinde. Bakın biz tek başımıza iktidar olmuşuz ve bizim kabiliyetimiz var. Yani istişare ve dışarının samimi muhalefetine kapalı oluşları var.

"ERDOĞAN VE GÜL BENİ ZİYARET ETTİ"
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan ile yıllarca dava arkadaşlığı yaptınız. Ancak bugün farklı kulvarlarda ve görüşlerle siyaset yapıyorsunuz. Bu durum sizde nasıl bir duygu oluşturuyor?
İlk defa size açıklıyorum. Bu arkadaşlarımız parti kurmaya karar vermişler. O zaman meclis lojmanlarında oturuyorduk. Ve bu çalışmaları da o dönemde İsmail Kahraman Bey'in bir dairesinde yapıyorlarmış. Telefon ettiler. Bizim eve geldiler. Tayyip bey vardı, yanılmıyorsam Abdullah Gül, Abdulkadir Aksu, İsmail Kahraman. Dediler ki, efendim biz böyle bir parti kurmaya karar verdik. Sen bizim ağabeyimizsin. Yani dışarıdan öğreneceğinize önceden size haber vereyim dediler. Ben o dönemde kendilerine fevkalade yanlış hareket ediyorsunuz dedim. Bakın, biz 20 seneden beri bir arada kardeşçe bir çalışma içerisinde olduk. Şimdi iki farklı parti olacak. Bu parti çalışmalarının doğası itibariyle ister istemez karşı karşıya geleceğiz.

"YANLIŞLIKLAR YAPILDIKÇA YÜREĞİM SIZLIYOR"
Ve yine bu işin doğası itibariyle dedikodular ortaya çıkacak, yanlış beyanlar ortaya çıkacak. Ve diyelim ki doğruyu temin etmek için tenkitler olacak. Buna mukabil sizler geleceksiniz, biz kardeşiz niye tenkit ediliyoruz diyeceksiniz. Yani yazık değil mi, kardeşin kardeşe yarın öbür gün karşı karşıya gelmiş olsun. Meseleye siz biraz sabırla yaklaşsanız, birkaç yıl sonra bu parti sizin. Yani Erbakan Hoca gelmiş şu yaşa, ben gelmişim bu yaşa. Elbette ikinci takım olarak ortaya çıkacak olan sizsiniz. Ancak öyle bir karar verdiler arkadaşlar. Yani duygum nedir? Duygum, keşke bu ayrılma olmasaydı, kardeşlik zedelenmesiydi. Dolayısıyla bir sürü yanlışlar yapılmasaydı. Yani o yanlışlar yapıldıkça benim yüreğim sızlıyor. Yani bu yanlışlıkların bir kısmı, Allah muhafaza etsin, büyük vebali mucip olan yanlışlıklar.

"ABDULLAH GÜL SENATÖR OLMAM İÇİN ÇALIŞTI"
Sayın Erdoğan ve Sayın Gül ile ilgili özel bir anınız var mı? Siz onlara yıllarca ağabeylik yaptınız. Sizi bugün düşündüğünüzde gülümseten ya da üzen bir anı var mı onlarla ilgili?
1975'te ben Kayseri'den senato adayı oldum. Bir senato adayımız vardı Kayserili. Ailevi sebeplerden dolayı listelerin açıklanmasına bir hafta kala adaylıktan çekildi. O dönemde de Kayseri'de de öbür partilerin hakikaten çok güçlü adayları vardı. Adalet Partisi'nden rahmetli İbrahim Kirazoğlu, eski Demokrat Parti milletvekiliydi. Ondan sonra Cumhuriyet Halk Partisi eski DPT Müsteşarı Ziya Müezzinoğlu'nu aday göstermişti. Ben o zaman milletvekili değilim. Erbakan Hoca dedi ki, hiç olmazsa kamuoyunun tanıdığı bir isimle çıkalım dedi. Adaylığı kabul eder misin dedi? Dedim ki, görevdir. Ve çok iyi çalışmalar yaptık ve aşağı yukarı 25 bin dolayında da oy aldık. Şimdi o çalışmalar sırasında üniversite talebelerinden, Kayserililerden çok güçlü bir ekibimiz vardı. Bu ekip içerisinde Abdullah Gül, Salih Kapusuz vardı. Şu anda alt belediyelerden iki kişi daha vardı, Bekir Yıldız ile Memduh Büyükkılıç vardı. Onlar benim seçim ekibimin içindeydi. Abdullah Gül ile öyle bir hatıram var. Tayyip beyle ilgili şu anda aklıma gelen bir şey yok ama ortak birçok çalışmamız var.

"ERBAKAN HOCA HER HAFTA MİSAFİRİM OLUR"
Tayyip Bey'le ilk defa ne zaman tanıştınız?
Ben Tayyip Bey'le ta o zaman O gençlik teşkilatındayken tanışıyorum. Ondan sonra Beyoğlu ilçe başkanıyken tanıyorum.

Erbakan Hoca ile ne sıklıkta görüşüyorsunuz?
Erbakan Hoca her Cuma namazında Hamidiye camiine gelir. Ondan sonra aşağıda yemeği beraber yeriz. Sonra gelir burada bir iki saat benim misafirim olur. Sohbet ederiz. Yani istisnasız her Cuma günü görüşüyoruz.

Efendim çok teşekkür ediyoruz bize değerli vaktinizi ayırdığınız için.
Ben çok teşekkür ediyorum. Ve habervaktim'e de başarılar diliyorum. Allah muvaffak eylesin.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.