HÜSAMETTİN AKMUMCU

HÜSAMETTİN AKMUMCU

1969 yılında Adalet Partisi’nden Isparta milletvekili seçilen Hüsamettin Akmumcu, Demirel’in uygulamalarından rahatsız olur ve yeni bir siyasi arayış içine girer. O tarihlerde Necmettin Erbakan Konya’dan milletvekili seçilerek TBMM’ye girmiş ve bağımsız bir hareket başlatmıştır. Ankara’da toplantılar düzenlenir, Akmumcu da bu toplantılara iştirak eder. İşte o günlerde Milli Nizam Partisi’nin temelleri atılır. Adalet Partisi’nin amansızca hüküm sürdüğü dönemlerdir o günler. Demirel’in memleketi Isparta’dan vekil seçilen Akmumcu, Demirel’den duyduğu rahatsızlığını istifa ederek gösterir ve Erbakan’ın saflarına katılır. Akmumcu, TBMM’de masonların ağırlığını iyice hissettirdiğini gördüğü bir dönemde verdiği gensoru önergesiyle şimşekleri üzerine toplar. Büyük tepkiler ve tehditler de alır. Hatta suikasta bile uğrar. Demirel’le aralarındaki soğukluk, Akmumcu’nun Demirel’in çevresi tarafından ölümde tehdide kadar vardırılır. Beduüzzaman Said Nursi’nin avukatlığını yaptığı dönemde çok defa haksız yere gözaltına alınır ve ölümle tehdit edilir.

Bediuzzaman’la nasıl tanıştınız? O dönemde yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Cenab-ı Hakk nasip etti. 1957 senesinde üstad hazretleri ile tanıştık. Risale-i Nur davası ile ilgili olarak avukatlığını yaptım. Ancak, Üstad hazretleri vefatının da haber verildiği tarihte, Mart’ın 24’üydü sanırım. Cenab-ı Hakk onu düşürmedi. Onu ziyarete gidiyorum ben de. Şubat ayında onu ziyarete giderken iki cip kapıda bekliyordu. İçlerinden fırtına gibi çıkan polisler üzerime atladı. ‘Benim avukat olduğumu bilmiyor musunuz ’ dedim. ‘Senin okuduğunu biz çoktan okuduk da unuttuk’ dediler. ‘Mesele kalmadı o zaman’ dedim. Emniyete götürdüler beni. Anlayın, bir alimi, yaşlanmış, hastalanmış bir alimi ziyaret ettirmek bile istemiyorlar. Gidip geldiğimi bildikleri halde. Karakolda, ‘gitmeyeceksin bir daha oraya’ dediler. ‘Bırakmasanız nasıl gideyim’ dedim. ‘Burada oturtursanız gidemem.’ Bıraktılar. Sonra Üstad hazretleri Noter’i çağırttı. Noter geldi. Onun gelmesi ile beraber Üstad hazretleri vekalet verdi.

-Bediüzzaman, yaşadığı döneme nasıl bakıyordu, millet ve ordu hakkında ne düşünüyordu?
Üstad hazretleri neyin üzerinde durmuş. İmanlı hakikatlerin gönüllerde inkişafını istemiş. Şimdi, biz çok partili hayata atıldığımız güne kadar, Adnan Menderes Başbakan oluncaya kadar, Türkiye’de dindarlara karşı bir cihad açılmıştı. Küfür cihadı. Onlar küfrün memlekette mutlak hakimiyetini elde etmek istiyordu. Çeşitli bahanelerle her devirde bir irtica yaygarası kopartıyorlardı. Bitmiyordu bu. Gerek üniversitelerde gerek diğer yerlerde olsun, talebe yurtlarına kadar indiler. En nihayet biz de Üniversite Talebe Birliği’ndeydik ve biz de ayrıldık birbirimizden. Şimdi Ankara’da Üniversite Talebe Birliği’nde Başkan olacak adam, kura çekiliyor üniversitelerin içinde. Kura kime çıkarsa üniversite başkanlığını, talebe birliği başkanlığını o alıyor. Biz de de kura çekildi, çekilince bir veterinere gitti. Ben de Hukuk Fakültesi temsilcisiydim. Yani Hukuk’a düşer de biz de üniversite birliğinin başkanı olur muyuz diye düşünüyoruz. O sıra Adnan Menderes Ezan-ı Muhammedi’yi aslı gibi okunması gerektiğini belirterek mevcut düzenlemeyi değiştirdi ve başarılı oldu. Tabi İnönü ve ekibi de rey verdi. Halbuki vermemeleri lazımdı. Onlar Ezan-ı Muhammedi’yi tam bitireceğiz dedikleri anda Cenab-ı Hak bitirtmedi. Ve devam ettirdi.

-O dönemde yaşadığınız önemli bir olay var mıydı? Özellikle de bu bahsettiğiniz öğrenci olaylarından..
Rahmetli Ahmet Hamdi Akseki’in cenazesinin toprağa verileceği gün, üniversitede toplantı yapıp irticanın hortladığını bildireceklerdi. Üniversite Talebe Birliği adıyla. Biz de rahmetli Akseki’in cenazesine gittik. Ben Belediye Otobüs İşleri Müdürü’ne dedim ki, üniversite talebelerinin Halk Evi’nde toplantısı var. Biz oraya gideceğiz, otobüsler arkadaşları indirdi biz de gittik. Oraya vardıktan sonra konuşmaya başladılar. İddialarını savunmaya çalıştılar. Bizim arkadaşlar da tabi cevap verdiler. Ben arkadaşlara ses çıkarmamalarını tembihlemiştim. Onlar ne söylerse söylesin ses çıkarmayın. Ama arkadaşlar dinlemedi. Bir tane yavrucuk vardı, Atletizm Federasyonu Başkanı mı ne. O içlerinden birinin ensesinden tuttu tekmeyi poposuna yerleştirdi. Ben de Hukuk Fakültesi temsilcisi olarak kalktım dedim ki, 'biz burada toplantı yapıyoruz, biraz önce çok ciddi ve milli bir alimi toprağa verdik, onun ruhu için bir Fatiha okuyalım' dedim. Ötekiler karşı çıktılar. İlahiyat Fakültesi'nden bir arkadaşımız, ‘Bir az evvel ebediyete uğurladığımız Akseki için Lillahi Tealel Fatiha’ dedi. Ondan sonra adamlar dağıldı. Derhal emniyete gitmişler. ‘Türkiye Milli Talebe Federasyonu ile toplantı yapıyoruz, toplantının gayesinin dışına çıktılar, toplantıyı irticacılar bastı, dağıttı’ falan.

-Bu süreçte Müslümanlar nasıl bir psikoloji içerisindeydi? Bir de Bediüzzaman’ın yaşadığı büyük sıkıntılar var haliyle…
Bu tarihe kadar ne oldu? Ehli tarik, vazifesini ifa etti. Nakşibendi, Kadiri olanlar her tarafta gizli toplantılar, ibadetler, taatler yaptı. Böyle devam etti. Üstad hazretleri de Risale-i Nur külliyatından eserleri neşretti. Eserlerin okunmasını istedi. İnsanlarda iman yolunda gelişmeler olsun, iman şuuruna sahip olan insanların artmasını istedi. Ama bizim gençler, arkadaşlar devamlı surette ne istiyorlardı? Bir an evvel İslam hakim olsun ve gerçekleşsin. İslam hakim olsa, o seviyede düşünce mekanizmasına sahip olan arkadaşlar ne yapacaklar ki? İslam’ı nasıl yerleştirecekler bu topraklara? İlim irfan sahibi olmadan Müslümanları bir arada bulundurma hedeflerini, istikametlerini tayin etmek mümkün olur mu? Onun için Üstad hazretleri ehli imanın dalaletten kurtulması lazım diyor. Ehli iman dalalette olur mu? Olur. 'Taklidi imandan tasdiki imana geçilmeli' diyor. ‘Euzubillahi mineşşeytani vessiyasi’ dedi. Siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım. Senelerce hapishaneler, aç bırakılmalar, Afyon’da sıfırın altı 30 derece, yanında hizmet edenleri alıyorlar, yemek vermiyorlar, ölmesini bekliyorlar. Bu şartlar altında yaşadı Üstad. Buna rağmen Bakanlara, Başbakanlara mektubu var. İslam’a hizmetin kösteklenmemesi gerektiğini delilleriyle ispat eden yazıları var üstadın.

BEDİÜZZAMAN: “KAHRAMAN VE MÜCAHİD ORDU, DİNDAR MİLLET”
Gelelim üstadın eserlerine; ne demiş Üstad hazretleri? 5. Şua’da söyledikleri şu: ‘Kahraman ve mücahit ordu ve dindar millet.’ Ruhundaki nuru Kur’an ve iman ışığıyla hakikatleri görecek o kumandanın, dehşetli tahribatı tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılmaktadır. Hadislerde belirtilmektedir bu. Ne diyor Üstad: ‘Kahraman ve mücahit ordu.’ Bu cümleyi okuduğum zaman üzerime bir soğukluk çöküyor. Ondaki hikmet nedir? Ben onu düşündüm. Kahraman ve mücahid ordu ve dindar millet. Bir hizmet içindesiniz, Allah sevabına nail eylesin. Hizmette ihlası kaybetmemeye çalışın. Çok insanlar acelecidir. Muayyen bir ilim ve irfan seviyesine gelmeden ‘neticeyi al’ mı diyecek Cenab-ı Hak Teala? Çeşitli imtihanlardan geçmeyecek miyiz?

“BUGECE SENİ DÖVE DÖVE ÖLDÜRECEĞİZ”
Üstad’ın talebelerinden Musafa Sungur, Abdullah Yeğin şahittir. Antakya’ya gittiğiminze onlar kalacağımız evi aramaya gittiler, polis geldi beni yakaladı; hadi karakola. Sivil polisler. Birinci şubenin şefi, amir olan, ikili oturduğumuzda ne dedi bana biliyor musunuz? ‘Bu gece seni döve döve öldüreceğiz. Kimse görmeyecek.' Dedim ki ‘Görecek, Allah görür. O zaman huzuru ilahide dökülen kanlarımın hesabını sizlerden soracağım.’ Biz buraya Allah rızası için gelip gidiyoruz, ben mahkemelere giriyorum. Üstad’ın hizmetinde bulunduğum zamanlarda gelip gidiyorum. Oğlan böyle kaldı. O gece saat 10 buçuk civarlarında sanırım, Antakya Şoförler Cemiyeti Başkanı, Vali’nin evine telefon açıyor ve hadiseyi anlatıyor. Vali gecenin 12’sinde ‘onu serbest bırakın’ diye telefon ediyor. ‘Ne hakkınız var tutuyorsunuz?’ diye soruyor. Beni gecenin 12’sinde tahliye ettiler, kalacağımız ev tespit edilmiş, arkadaşlarım beni kapıda gülerek karşıladılar. Gaziantepli bir arkadaşım vardı, ‘Benim ismimi vermedin hakkıma girdin, sana hakkımı helal etmiyorum’ diyerek bana çıkıştı. Ben onun ismini vermemiştim. Senelerce ne oldu, her tarafta medreseler açıldı. Dini tedrisatlar yapıldı. Kurslar vesaire. Cenab-ı Hakk vaadini gerçekleştirmek için ahir zamanda her tarafla da bir yakınlık doğurdu. Müslümanlar arasında bir yakınlaşma, bir birleşme, bütünleşme, hiçbir zaman olmayan hadiseler bu senelerde oldu böylece. Şimdi bizim intizarımız, ömrümüz vefa ederse tabi, Cenab-ı Hakkın vaadi ilahisinin gerçekleşeceği günleri görmek.

Ben 1969’da Isparta’dan milletvekili seçildim.

-O dönemler çok zor dönemler. Demirel’in müthiş bir hakimiyeti var 1960’larda. Siz ve bir arkadaşınız Adalet Partisi’nden istifa ettiniz ve Erbakan Hoca’nın saflarına geçtiniz. Bu yüzden Süleyman Demirel’den hiç baskı gördünüz mü?
Isparta’dan bana bir torba tel gelirdi. ‘Hain, istifa et, seni istemiyoruz, çek git’ diye. Bundan daha büyük baskı olur mu? Adamlar beni aleni bir şekilde ölümle tehdit ediyorlar.

-Demirel mi sizi ölümle tehdit etti?
Demirel hiçbir zaman böyle tehlikeli durumlarda kendisini ortaya atmaz. Onun adamları faaliyete geçer. Mesela Ticaret Odaları başkanları, sermaye sahipleri, şunlar, bunlar Isparta’dan hepsi bana tel çekti: ‘Gelme ölürsün.’ Demirel’e ihtiyaç kalmıyor. Demirel’in adamları faaliyette. Isparta’da Kardeşi Şevket var. Allah’ın hikmeti. Allah’ım bir kolaylık verdi ve bir konuşma talep ettik.. ‘Sağ mı sol mu meselesi üzerinde parti grubu ve milletvekilleri olarak bir konuşma yapalım, sağda mıyız, solda mıyız yerimizi tespit edelim’ dedik. Demirel hep kaçtı bunlardan.

DEMİREL: GEL BERABER ÇAY İÇELİM
-Isparta’dan vekil seçildiğinizde nasıl bir atmosfer vardı?

Milletvekili seçilince beni Isparta’dan acayip şekilde uğurladılar. Allah rahmet eylesin Osman Ağa vardı. Bir koç almışlar kurban etmek için. İkindi namazına gelenlerin hepsi sarıklıydı. Sakallı, sarıklılar geldi, kurbanı kestiler. Bana dua ettiler. Cemaat duası, gönül zenginliği içinde olanların, boynu büküklerin duaları bizi o anda korudu. Ankara’ya vardık. Sabah namazından sonra da dinleniyordum. Demirel araba göndermiş, “Gel çayı beraber içelim” diye. Kapıda beni bir karşıladı, ‘Benim hiç değişmeyen arkadaşım’ diyerek boynuma sarıldı.

ERBAKAN’LA YOLLARI BULUŞUYOR
-Erbakan’la iletişime geçme nedeniniz Demirel’in bu tartışmalardan kaçması mıydı?

Ben 27 Mayıs’ta Isparta’dan çıkarıldım. Süngüler ortasında karakola götürüldüm. ‘Isparta’da oturmayacaksın’ dediler. ‘Civar vilayetlerde de oturmayacaksın’, mesela Burdur’da, Antalya’da oturmayacağım. Gece 2’de tebliğ ediliyor süngüler ortasında. Ne diyeceksin, ‘Hayır oturacağım’ mı diyeceksin? Böyle tebliğ edildi. Biz de mecbur kaldık ve ayrıldık Isparta’dan.

Ankara’da toplantılar yapılıyordu. Erbakan’la Ankara’da toplandık Milli Nizam Partisi kurulmadan önce. O zaman Hasan Armutçu da Mehmet Armutçu da sağdı. Onların teravih namazı kılınan dairesinde toplandık. Ben söz aldığım zaman dedim ki: ‘Bu mücadelenin ben içinden geliyorum. Hiç böyle sanıldığı kadar kolay bir mesele değil bu. Kefeni belimize sarıyor muyuz, sarmıyor muyuz?’ dedim. Erbakan da oradaydı. Ben oraya Adana’dan gittim, kış günüydü. Kar vardı her tarafta. Otobüsle gittim. Bir sene evvel bu konuşmaları biz yaptık. Dedik ki: ‘Yalnız Allah rızası için hareket edelim. Nefsimize mağlup olup, parti milletvekilliği, şu, bu bahis konusu olmasın.’ Bunlar konuşuldu, fikirlerde ittifak hasıl oldu. Erbakan’la fikir birliğimiz vardı.

-Milli Nizam Partisi kurulduktan bir yıl sonra kapandı ve Milli Selamet Partisi kuruldu ertesi yıl ve bir yıl sonra da 1973’te seçimler oldu. Selamet Partisi, yeni bir parti olmasına rağmen milletvekili çıkarmakta zorlandı mı o dönemde?
Seçimlerden sonra, 48 milletvekilliği ve 4 senatörlük aldık. Ankara’da imkanım var. Mesela parti propagandası yapıyoruz, arabaya binip bir kazaya gidiyoruz mesela. Şereflikoçhisar’dan bir arkadaş ‘Seni götüreyim mi’ dedi. Hay hay dedim, gittik. Aylardan Ramazan. Vardık oraya, betonarme bir kahve. Kahve betonarme, salonu çok büyük. Herkesin önünde çaylar, elde sigaralar. Getiren arkadaşa dedim ki: ‘Biz burada konuşma yapamayız.’ Böyleydi ve buna rağmen Ankara’dan iki milletvekili çıkardık.

ECEVİT İLE KOALİSYONA KARŞI ÇIKTI
-Ecevit ile ortaklığa karşıydınız siz..

Meclise girdik. Arkasından sessizlik. Bizim bir kısım arkadaşlar o tarihlerde hacca gitmeye kalktılar ve gittiler. Bir kısmı da Ankara’da kaldı. Biz de kaldık. Ortaya Ecevit’le koalisyon çıktı. Biz şiddetle muhalefete geçtik. ‘Bu böyle olmaz’ diye. Bu arada Af Kanunu gündeme geldi. Bunu koalisyon şartı olarak belirlemişler. İş geldi Af Kanunu’na dayandı. Şimdi birisi, bir kadın bıçaklanıyor, bir takım olaylar oluyor, peki benim milletvekili olarak o kadını bıçaklayanı affetmeye hakkım var mı? Hayır yok. Affetme hakkı diye bir hak bana verilmedi. Neden, kadın ‘benim vekilim sensin’ demiyor. Dese, o zaman onun vekili olarak fikrimi söylerim, caiz olur. Olmadığına göre biz muhalefet ettik; hayır. Bir adam Milletvekili de olsa, af kanununu kabule hakkı yoktur. Onun vazifesi değil dedik. Sonra Af Kanunu meclise geldiği zaman, aynı zamanda Asabiye Mütehassısı olan Doktor Emin Acar’la birlikte menfi rey verdik. Senatodan dönünce 20 kişi daha bize iltihak etti. Ve sonra da ayrıldık Erbakan’la. Onunla ayrılmamıza da bu sebepti. Bizim meselemiz şöyleydi: İktidarı Ecevit bile temsil etse, yapacağımız tekliflerle, olumlu tekliflerle iktidarı zorlamak, kabule yanaştırmak. İşte bu yüzden, ben Üstad hazretlerine dönüp öyle düşünüyorum. ‘Kahraman ve mücahit ordu ve dindar millet.’ Şimdi hadiseler ne yönde işliyor? Hadiseler, partileri, insanları bir birine yaklaştıramaz hale getiriyor.

BENİ YAHUDİ ÖRGÜTLERİYLE TANIŞTIRACAKLARDI
-Milletvekilliğiniz olduğunuz dönem aynı zamanda siyasi tartışmaların hararetli olduğu dönemler. Bu dönemde ne tür olaylarla karşılaştınız?

1970’lerdi. Bir gün İstanbul’dan büyük bir işadamıyla Kızılay’daki bürosunda görüştük. Büyük Sermaye Sahibi, ilk defa 450 Mercedes’i Türkiye’ye sokan adam. ‘Morton Abramovitz, sizinle bir akşam yemeği yemek istiyor’ dedi. ‘Sebep ne?’ dedim. ‘Müslümanların iç ve dış politika konusundaki görüş ve kanaatlerini öğrenmek istiyormuş’ dedi. ‘Bu olamaz’ dedim. ‘Ben bu kanaatleri etraflıca anlatamam. Anlattığımı bile kabul etseniz, niçin Morton Abramovitz’le bir araya geleceğim? Neden beni de Amerika uşaklığı listesine kaydedeceksiniz?’ dedim. Tabi basına intikal edecek. Ama ben araştırdım, adam anadan doğma katıksız Yahudi. Nerede iş yapmışsa oraları karıştırmışım. Bir de 15 günlük Amerika seyahati vardı bunların. Amerika’da beni gezdirecekler, lobilerle tanıştıracaklardı. Başta da Yahudi lobisiyle. Başka türlü olur mu, olmaz.

Şimon Perez’i Türkiye’ye davet ettiler ya. Şimdi Yahudiler kendilerini davet ettirdiler. Yahudilerin bu tip gizli planları vardır. Meclise geldiği zaman meclis ayakta alkışladı. Bunu duydunuz mu? Milletvekili olan bir adam, Yahudi cumhurbaşkanı gelecek, onların bulunduğu parlamentoda ekseriyet saygı ifadesi için ayağa kalkıp alkış tutacak ha.

ERBAKAN VE ERDOĞAN ARASINDAKİ FARKLAR
-Merak ettiğim konu, o yıllarda, 48 milletvekili var. Daha sonra her dönem sayı artıyor, ama hep bir uzlaşı aranıyor. Neye bağlıyorsunuz bu sıkıntıyı?

Hadiseye karşı nasıl yaklaşılacak? Sual bu. Mesela başörtüsü meselesi var. Senelerce yaklaşılamadı. Ya haktır ya değildir. Hak olduğunu söylersin, ortaya fikrini atarsın, kabul edilir veya reddedilir. Yahudiler, Siyonistler bu mücadele taktiğini çok iyi bilirler. Nasıl kandıracak, nasıl aldatacak. Onlar huzuru ilahide hesap vereceklerini hem bilirler hem de çekinmezler. Öyle bir garip inanış içinde çırpınıp duruyorlar. Ariel Şaron ölmedi bakın. Fişini çekmediler. Böyledir. Biz ne yapacaktık, 48 milletvekili ile hiçbir zaman iktidarın bir kanadı olacağımızı kabul etmeyecektik. Ya ne yapacaktık? Teklifler ileri sürecektik. Milletin menfaati içinse, iyilik getiriyorsa taraftarlığınızı söylersiniz. Böyle görüşmemiz lazımdı, görüşecektik. İçine girmeden, onlarla konuşmadan, el sıkışmadan bunları halletmemiz lazımdı.

Erbakan ve Erdoğan birbirlerinin benzeri mi yoksa, aralarında ciddi farklar var mı?
Benim tahminim Tayyip’i yetiştiren Erbakan’dır. Benziyorlar birbirlerine. Erbakan yetiştirmiştir. O’nun tesirini de inkar etmek mümkün değildir. Tayyip önce onun elini öpüyordu.

AK PARTİ KAPATILIRSA NE OLUR?
-Kapatma davası var bir de? Siz nasıl bakıyorsunuz bu davaya?

Şimdi Anayasa Mahkemesi partiyi kapatacak. Mensuplarının düşüncesi o, kapatılacağı yönünde. Şimdi kapatılırsa ne olacak? Onlar tekrar parti kuracaklar. Seçime girecekler. Recep Tayyip Erdoğan bağımsız olarak seçime girecek.

ÜSTAD’IN ‘KAHRAMAN ORDU’ SÖZÜ
-Mütedeyyin kesimin hiçbir sıkıntısı giderilmeden hem de…

Mesela dikkat edin. PKK’yı Türkiye’de durduran güç nedir? Silahlı kuvvetlerdir. Hayret ettiğim bir nokta var, Genelkurmay Başkanı geçen gün Rahşan Ecevit’in elini öptü. Mesela elini öptüğün insan ilim irfan sahibi olur. Ben de Üstadı yakından tanıdığım için, Üstad ne diyor, ‘kahraman ve mücahit ordu’ diyor. Komutan demiyor, ordu diyor. Orduyu temsilen bir komutan gelecek. O komutan Cenab-ı Hakk’ın vazifeli kılıp çıkartacağı komutan olacak.

EMEKLİ MAAŞINI FAKİRLERE DAĞITIYOR
-Eski arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz?

Ankara Sıhhiye’de eski milletvekillerin bir araya geldi bir lokal var. Zaman zaman Ankara’ya gidiyorum ve eski arkadaşlarla orada buluşuyoruz. Hüseyin Abbas’la sık sık telefonla görüşürüz. Hüseyin Bey Tokat milletvekiliydi. Eski arkadaşlar Abbas’a: “Akmumcu ne derse kabullen’ demişler. Ben de ona karşı saygısız davranmadım hiçbir zaman. Bizim anlaştığımız grup vardı. Af Kanunu’na karşı 20 kişi. 48 kişiden 20 kişi anlaşamayacağımızı anladığımız için ayrıldık.

Emekli maaşınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben milletvekili emeklisi olduğum için, 3 ayda 12 bin 600 YTL maaş alıyorum. Burada fakir aileler var. Ben bu paranın önemli bir kısmını, onlara aktarıyorum.

-Şu andaki uygulamaları nasıl görüyorsunuz?
Benim üzerinde durduğum mesele bir insanı sevip sevmemek değil de İslam ve adalete uyuyor mu uymuyor mu? Nerede izzetle ölmeyi tercih eden insanlar? Ondan sonra da hadise rey vermekte düğümleniyor. Neden rey vereyim o zaman? Ben rey meselesine karışmam…

-Üstad hazretlerinin yolunda gittiğini söyleyen kesimlerle AK Parti’nin benzer politikalar güttüğünü görüyoruz. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
Öteden beri Türkiye’de iktidarla geçimsizliğe düşmemek gibi bir prensip var. Aman iktidarla ters düşmeyelim. Aramızda anlaşma olsun. Bir takım hadiselerde müsamahasını rica edeceğiz diye söyleyen arkadaşlar olabilir. O tabi kendilerinin şahsi durumu ile alakalı, saygı duymamız lazım. Bunu yanlış görerek kabul etmemek, reddetmek olmaz.

GÜLEN HOCAEFENDİ İLE İLGİLİ BİR ANI
-Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili anılarınız da var sanıyorum…

Bana Fethullah Hocayı sordular. Orhan Kilercioğlu, Kurmay Albay’ken benim arkadaşımdı. Generalliğinde de öyle. Sonra ben hiçbir zaman ondan yakışıksız bir şey duymadım. Ankara’dan Isparta’ya geleceğim sıra, bana dediler ki ‘Efendim Fethullah Gülen İzmir’de, Sıkı Yönetim Komutanı rahatsız edebilir. Sen Generale söyle, Orhan Kilercioğlu’na bu işi halletsin.’ Orhan Kilercioğlu da Bergama’da. Bizim motorize gücün en güçlü olduğu yerde. Ben hemen uçağa atlayıp İzmir’e gittim. Arkadaşlar beni alıp Kilercioğlu’nun bulunduğu ilçeye götürdüler. Telefonla görüştüm, Orhan Kilercioğlu telefonda bana dedi ki ‘Ben şimdi subaylarla toplantıya gireceğim, görüşelim. Eve telefon ediyorum, seni karşılayacaklar yoksa giremezsin’ dedi. Beni oraya önde ve arkada subayların olduğu bir güçle götürdüler. Buna hayret ettim. Evine gittim, Allah razı olsun izzeti ikram. Durumu anlattım kendisine. ‘O sosyetik komutan dedi, böyle şeylere gelmez. Ama benim burası büyük bir kaza, istediği gibi yaşasın’ dedi.

HOCAEFENDİ ESARET ALTINDADIR
-Peki, Hocaefendi’nin şu an içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendirmek gerek?

Hocaefendi için hürriyetten bahsedebilir miyiz? Hayır, esaret altındadır. Bunu inkar mümkün değil. Düşmanın eline esir olarak düşmüş. Ne yapacaksın, ses çıkarmayacaksın. Veyahut konuşmaların ona göre olacak. Bazı şeylerle İslam’ı böyle parçalamak istiyorlar. İslam bir güçtür, kuvvettir. Üzücü hadiseleri yüreğimiz yanarak izliyoruz. Meseleleri İslam alimi olarak görmek zorundayız.

-Bu sadece Türkiye için geçerli bir durum değil sanırım, yani İslam dünyasının genel durumu bu değil mi?
Mısır’ın firavunu mesela orada oturuyor. Hüsnü Mübarek. İsmi ile müsemma bir adam değil. Türkiye’ye bakınca öyle. Suriye’de öyle. Irak’ı ABD parçaladı. Afganistan öyle. Türkiye’den asker gidecek de Taliban’la vuruşacak. Asıl Taliban’ın yanında vuruşacak bir manga ya da bir bölük olmalıydı.

-Sizce mütedeyyin kesim, fikirlerini, inançlarını özgürce yaşamak için bir mesafe kat etti mi?
Her hadisede bir vakıa teşekkül ediyor. Mesela başörtüsü. Kendini kabul ettirir hale geldi. Ama AKP’liler cesaret etti mi etmedi mi bilmiyorum. Sen ebadını ver ölçülerini ver olsun. Maksat tesettür değil mi, örtsün. İslami ölçünün dışına çıkmadıktan sonra kumaşı neden olursa olsun. İsterse kefen bezinden olsun. Onun için hiç tahrik edici söz söylememek gerek.

BAROSSO KADAR DİNDAR DEĞİLLER
Partinin kapatılmak istenmesi baştan sona bir haksızlık. AK Parti’yi ister beğenin ister beğenmeyin. Halkın tercihini kabul etmek zorundasınız. Ha ‘maşallah’ dedi. Maşallah inşallah ne demek, Allah’ın izniyle demek. Hadi kapatma davası açalım. Böyle olmaz ki. Barosso bile ‘Dinsiz millet yaşayamaz’ demek zorunda kaldı. İnancın olmadığı bir cemiyet anarşiye sürüklenir. Bunlar, Barosso kadar dindar değiller. Bunlara verilecek cevap hep seçimlerle olmalıdır. Onların kafasında ne var? ‘Efendim halk bu şekilde inanmıyor. Bilgisi yok, cahil. Cahillerin verdiği reyle amel edilir mi? Hayır edilmez.’ Böyle bakıyorlar halka. Meselelere şahsi olarak bakmamak gerekiyor, basında da böyle bir hava var. Mesela ben Vakit’i çok beğeniyorum. Şahsın önünde her zaman fikir hâkimdir. Önemli olan da meselelere fikren hakim olmaktır.

HAİNİN HÜKMÜ MERDUDTUR
Hükümet haklı olarak referanduma da gidebilir, ama bunu yaparken insanları doğru yönlendirmeli. Üstad hazretleri her sıkıntıya, ezaya, cefaya katlandı, hep müspet hareket etti. Hiç menfi hareket etmedi. ‘İman’dan sonra en yüksek mertebe namazdır namaz kılmayan haindir, hainin hükmü ise merdudtur’ diyor. Ve bu açıklanmıyor. Bazı sırlar var, bunlardan bir tanesi de manen yükselmektir. Bu insanlara vakti ile makamlar verilmiş, seviyeleri gösterilmiş. Bize şimdi bir şey düşmüyor. Mevla’m yol vermediği müddetçe Mevlana gibi olamayız, Bediuzzaman Hazretleri gibi olamayız.

-Bediüzzaman’la ilk nerede görüştünüz?
Ben Bediüzzaman’la Isparta ve Emirdağ’da görüştüm ilk defa. Bir de Kirazlıdere’de görüştüm. Burdur’da bir jandarma astsubayı vardı. İsmail Ağabey. Çok ehli hizmet biriydi. Üstad hazretleri de onu çok severdi. Benim yanımda Üstad ona, ‘Sana hakkımı helal ediyorum’ dedi. ‘Beni şehirden şehre dolaştıran, gezdiren, eza eden ve cefa çektiren, hapis yatıran, karakollarda kalmamı kararlaştıran bütün herkese hakkımı helal ediyorum. Talebelerim de etsinler’ diyor. Benim de aklıma o geldi.

HİLMİ ÖZKÖK EHL-İ İMANDI
-Sizin de bu süreçte yaşadığınız çok şey oldu. Yani oldukça sıkıntılı günler geçirdiniz…

Her askeri darbede içeri giriyorum ben, neden? En son Kenan Evren attı beni içeri. Beni içeriden çıkaran adamsa Genelkurmay Başkanı’ydı; Hilmi Özkök. 12 Eylül’de yine içeri attılar. 12 Eylül sonrasında kız kardeşim ile Hilmi Özkök, Ankara’da Aşağı Ayrancı’da aynı apartmanda oturuyorlardı. Hilmi Özkök kiracı o apartmanda. Bir gün Hilmi Özkök’le karşılaşmış bizim hemşire, ‘Hilmi Bey oğlum’ demiş. ‘Ağabeyimin nesi vardı da içeri alındı?’ demiş. Hilmi Özkök o sıralar Kurmay Albay. ‘Ben bir bakayım da’ demiş. Ondan sonra akşamüzeri gelmiş, bu mevzularda çok hassas adamdır. ‘Bir şeyi yok çıkacak’ demiş. ‘Ben yardımcı oluyorum’ falan dememiş. Dünya saltanatını hiç bulaştırmamış hayatına. Mesela hiç öyle darbeye teşebbüs etmedi. Kimseyi incitmedi. Ehli iman olduğunu geç fark ettiler. Asker olduğu için kimse kimseye sual soramıyor.

MASONLARLA İLGİLİ GENSORU VERDİM KIYAMET KOPTU
-Meclis’te bulunduğunuz dönemde en çok dikkatinizi çeken konu sanıyorum Masonlardı. Siz, bu konuda gensoru veren ilk milletvekili oldunuz. Bu süreci de anlatır mısınız?

Mecliste masonlardan oluşan büyük bir ekseriyet vardı. Ben gensoru verdikten sonra, büyük şaşkınlık oldu. ‘Aman geri çek, geri çek, geri çek.’ Ferruh Bozbeyler’in partisinden Grup Başkanvekili Vedat vardı. Devlet Demir Yolları Umum Müdürlüğü yapmış, Masonlukla hiçbir alakası yok. Onu bile göndermişler bana. Masonlukla ilgili ilk gensoru önergesini veren benim. Vaktiyle Demokrat Parti içinde yer almış çok sayıda Mason vardı. Şimdi benim sevdiğim, saydığım, saygısından şüphe etmediğim Vedat’ı gönderiyorlar. Grup Başkanvekili. İşte ne olur yapma, etme. Hayret ettim ben bunların adedindeki ziyadeliğe. Şaşılacak kadar ağırlığını hissettiriyorlardı. Sonra meclis araştırması istendi, bir vekil, ben bu kadar çok Mason olduğunu bilmiyordum mecliste dedi.

DERNEĞİMİZİ KAPATTILAR ARKADAŞLARIMIZI TEHDİT ETTİLER
-Sizin dikkatinizi çekti, bir araştırma yaptınız ve bunun üzerine bir gensoru verdiniz galiba. Önceden bazı çalışmalarımız oldu.

İlk günden hem de. Biz de o dönemde bir dernek kurduk ve Isparta Milletvekili Sait Bey’i başkan yaptık. Sait Bilgiç gayret etti, çalışıyor. Buna rağmen mahkemeye verdiler derneği. Mahkeme derneği kapattı. Sait Bilgiç, derneği kapatan hakimle karşılaşmış. Ne demiş hâkim? ‘Sait Bey, arkadaşlarına söyle, ben derneği kapatmayacaktım, fakat daha da ileri gidip efkârı umumiyede sizleri küçük düşürmeye çalışacaklardı da ben ona engel oldum. Bunları önledim’ diyerek ağlıyor. Bize de Sait Bilgiç anlatıyor bunları. Arkasından Nurettin Ardıçoğlu, Millet Partisi’nin yazarı. Ona da ‘sen bu derneğin avukatlığını yaparsan başına olmadık işler gelir’ demişler. Ardından partisini de kapattılar. İstanbul’dan arayan zengin işadamının masonlarla ilgili konuşmak istemesinin altında da bu yatıyordu. Ama öyle durmak yok. Biz sadece mücadele etmek için varız. Amacımız daha fazla ileri gitmek.

BÜYÜK BİR SUİKAST ATLATTIM
-Bu süreçte başınıza bir şey geldi mi? Baskı ve tehdit oldu mu size yönelik?

Bir gün cumhurbaşkanlığına resepsiyona gittik. Demirel beni bir takdim etti, ayrılmadan evvel. Öyle bir takdim etti ki, ben neymişim dedim, böyle acayibime gitti. Çıkarken ne yapacak diye aklıma geldi. Cevdet Sunay elimi sıkmış, bırakmıyor. Bir şey diyecek ama onu da diyemiyor. Sonra oradan ayrıldık. Yanımda Rasim Deniz vardı. İyi arkadaştı, iyi kardeşti. Onunla Çankaya’dan çıktık asfalta, aşağı doğru iniyoruz. Aşağıdan yukarı doğru siyah bir araba geliyor, tam gaz. İniş aşağı iner gibi geliyor. Tam bize doğru yaklaşırken adam direksiyonu kırmaz mı üzerimize. Hemen sıçradık Rasim’le ikimiz. Ben hemen tabancama elimi attım, ateş etmeye vakit kalmadan araba gözden kayboldu. Böyle bir suikast atlattım. Cenab-ı Hak kim bilir nelerini atattırmıştır. Böyle çok hadiselerimiz oldu. Dava adına çıkmıştık biz, hizmet adına, millet için.

VAKİT’İN BAŞINA PLANLAR KURUYORLAR
-Masonların nasıl bir gücü ve etkinliği vardı mecliste?

Mesela harp sanayine el atamıyoruz, meclis masonların hegemonyasında. Günümüzde de böyle değil mi? Basın sektörüne bir bakın,Vakit dışında hepsini kaybettik. Bir bir satın alıyorlar. Vakit’ten ve bir iki gazeteden başka hepsini satın alıyor adamlar. Vakit’in başına planlar kuruyorlar. Bunlar önemli. Gençlerimizin Masonluğu iyi öğrenmesi lazım. Dernekler faaliyete geçecek, bu konuda çalışmalar yapılacak.

TÜRKEŞ’E MANEVİYATI HATIRLATTIM HEP
-O dönemde Alparslan Türkeş’le hiç karşılaştınız mı?

Benim bir ara Türkeş’le bir ahbaplığım vardı. Yaşı müsait olanlar bilir. Türkeş, Isparta’ya geldi mi, evvela bize gelirdi. Bizde bir buçuk-iki saat otururdu. Ondan sonra ayrılırdı. Türkeş’e suikast olmasın diye siyasi polis de burada vazife görürdü. Beklerdi, ben de onlara üzülürdüm. Onunla görüşmelerimizde manevi bakımdan ona gerekenleri hatırlatmaya çalıştım. Ama onda o hava yok tabi. Şimdiki başkanda da yok, Bahçeli’de. Bahçeli çok sakin tabiatlıydı. Hiç ağzından laf alamazdık. Bu mücadeleler kolay değil tabi. Geleceğe dair adımlar atarken geçmişi hesaba katmak lazım.

Yener Dönmez-habervaktim.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.