ABD mi Türkiye'ye, Türkiye mi ABD'ye muhtaç?

ABD mi Türkiye'ye, Türkiye mi ABD'ye muhtaç?

Saadet Partisi'nin Genel Başkan Yardımcısı. Ekonomi profesörü. Adı hep Saadet Partisi'nin genel başkanlığı için geçiyor. Bir dönem Erbakan Hoca'nın 'Prensi' diye lanse edildi.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Mehmet Bekaroğlu ile beraber istifa etmesi beklenirken, O Erbakan Hoca ile yaptığı görüşmeden sonra Parti’de kaldı.

ERBAKAN HOCA’YA SADAKATİNDEN TAVİZ VERMEDİ

Etrafında pek çok kimsenin ‘Sana genel başkanlık yakışır’ sözlerine pek aldırış etmedi ve Erbakan Hoca ve Genel Başkanı Recai Kutan ile uyumlu bir şekilde çalışmaya devam etti. Saadet lideri Kutan bir ara genel başkanlığı bırakacağını söylerken, tekrar O’nun adı geçti genel başkanlık için.

22 Temmuz seçimlerinden önce bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından AK Parti'ye geçmesi için kendisine yapılan teklifi reddetti. Saadet Partisi bugünlerde ilçe kongrelerini sürdürürken, ismi yeniden büyük kongrede aday olarak geçiyor.

AMACIMIZ BU ÜLKEYİ ADALET, ÖZGÜRLÜK VE KARDEŞLİK YURDU YAPMAKTIR

Yaz aylarında gerçekleşmesi düşünülen Saadet Partisi Kongresi’nde genel başkanlık için aday olacağınız söyleniyor. Siz gerçekten kongrede aday olacak mısınız?
Saadet Partisi Türkiye’de aslında sosyolojik anlamda var olan bir siyasi akımı temsil ediyor. Yeniden güçlü ve büyük bir Türkiye’nin ve adil bir dünyanın kurulması idealini temsil ediyor. Ama ne yazık ki, son seçimlerde aldığı oy oranı dikkate alındığında temsil ettiği siyasi düşünce ile milletin teveccühü arasında doğrusal bir ilişki olmadığı ortadadır. Şu anda gelinen noktada, Türkiye siyasetinin nasıl şekilleneceği ve içine düşmüş olduğu bu krizi nasıl aşacağı sorunu demokrasimiz açısından hayati önem taşımaktadır. Bizim siyasal çizgimiz herkes için adalet, özgürlük ve toplumsal refahı sağlamayı ilke edinmiştir. Dolayısıyla amacımız bu ülkeyi adalet, özgürlük ve kardeşlik yurdu yapmaktır. Siyaset yapma nedenimiz de budur. Amacımız bu fikriyatı Türkiye siyasetinin yeniden siyasal çekim merkezi haline getirmektir. Amacımız, siyasetinin, dünya siyasetinin nasıl şekilleneceğini çok iyi tahlil ederek, millete mal olmuş bu fikriyatın yeniden millet tarafından desteklenebilir hale gelmesini sağlamaktır. Bu çerçeveden bakılınca Saadet Parti’sinin asıl meselesi kimin genel başkan olacağı değil bu topluma yeniden nasıl siyasal önderlik yapabileceğini ortaya koymasıdır. Bu siyasal önderliği milletimiz beklemektedir ve bizlerin sorumluluğu da bu siyasal liderliği topluma sunmaktır.

‘PARTİ, YEREL SEÇİMLER ÖNCESİ KENDİSİNİ MUTLAKA YENİLEMELİ’

Şu an bir kişinin genel başkan adaylığından çok daha önemli noktadayız. Saadet Partisi’nin yerel seçimlerden önce kendisini yeniden yapılandırması zaruridir. Ancak böyle yaptığımız takdirde siyasette halkın benimsediği, oy verdiği bir alternatif haline geleceğiz. Milli Görüş, sadece 40 yıllık bir geçmişten ibaret değil. Bu topraklarda çok uzun yıllardır mücadelesi verilen bir fikriyat... Bu fikriyatın yeniden hâkim olması için, Saadet Partisi önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimler öncesi kendisini mutlaka yenilemeli ve daha güçlü bir şekilde halkın karşısına çıkmalıdır.

‘HER MİLLETİN BİR MİLLİ GÖRÜŞ’Ü VARDIR’

Daha önceki konuşmalarınızda Milli Görüş’ün üçüncü çıkışının gerçekleşeceğini söylemiştiniz. Ancak geçmişte Refah Partisi’nin başına gelenler şimdi AK Parti’nin başına geliyor ve AK Parti’nin daha da güçleneceği iddia ediliyor. Siz yine aynı görüşte misiniz? Milli Görüş’ün üçüncü çıkışının gerçekleşeceği konusundaki düşüncenizde bir değişiklik var mı?
Türkiye siyasetinin 12 Eylül’den sonra en önemli problemi, siyasete yapılan müdahaleler neticesinde sosyolojik tabanlı siyasetin değiştirilmesi hatta darmadağın edilmesidir. Türkiye’de millete uzak, millete tepeden bakan ve esas itibariyle Osmanlı’nın özellikle son döneminden bu yana süregelen bir siyasal eğilim var. Bu eğilim kurtuluşumuzun Batı’yı taklit etmekten ibaret olduğunu düşünüyor. Peki, Milli Görüş ne demek? öncelikle, Milli Görüş’ü olmayan bir millet düşünülemez. Her milletin bir Milli Görüş’ü vardır. Milli Görüş üç temel esasa dayanmaktadır. Birincisi “önce ahlak ve maneviyat” ilkesi... Yani kendi medeniyet değerlerimiz üzerinde yükselmek... İkincisi, Türkiye’nin uluslararası paylaşımda kendisine verilen rolü oynamayı reddeden ve sahip olduğu medeniyetin takipçisi olan bir ülke olduğunu gösterebilmesidir. Bu, “Yeniden Büyük Türkiye” idealidir. üçüncüsü ise, yeni ve adil bir dünya kurmak idealidir. Bu üç ilke, ideal, Türkiye’nin Milli Görüş’ü dediğimiz şeydir. önümüzdeki dönem, yürekten inanıyorum ki, Türkiye bu fikirler ışığında yeniden güçlü bir ülke olacaktır.

TüRKİYE'DE DEMOKRASİ DEĞİL “BÜROKRATİK OLİGARŞİ” VAR

AK Parti’nin önünde bir kapatma davası var. Siz bu kapatma davasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türkiye, parti kapatma meselesini ortadan kaldırmalıdır. Türkiye siyasal sisteminin dört temel problemi vardır. Bunlar aşılmadığı sürece siyasal sorunlarımız çözülemez. Bunlardan birincisi, Türkiye’deki siyasal sistem demokratik görünümlü bir bürokratik oligarşidir. Yani, aslında parlamento olmasına rağmen, politikalar çoğunlukla bürokrasi tarafından yönlendirilmektedir. 1960 darbesi Türk hukuk sistemini milletin denetiminden çıkardı. 1980 darbesinde de YöK aracılığıyla eğitim kurumları milletin denetiminden çıkarıldı. 2000 yılında yürürlüğe giren 17. IMF protokolü ve devam eden süreçte hükümetlerin -AK Parti hükümetleri dâhil- ekonomide karar verme yetkisi büyük oranda parlamentonun elinden alınıp, üst kurullara verilmiştir. Bugün ülkemizde 43 tane üst kurul var ve bunlar yasalarla oluşturulmuş. Yetkileri itibariyle bakanlıklardan daha etkin konumda bulunuyorlar. Dolayısıyla bir parlamento var ama parlamento milleti ilgilendiren konulara ya karışmıyor ya da karıştırılmıyor. Bu problemin ortadan kaldırılması gerekir. Yani her şeyin milletin denetimine açılması lazım.

SİYASET GERİLİMLER ÜZERİNDEN YAPILIYOR

İkincisi siyasal partilerin yapısı; Parlamento 550 milletvekilinden oluşuyor. Bu milletvekillerinin seçilmesinde birkaç kişinin dahli var. Yetmiş milyonu ilgilendirmeyen bir demokrasiden bahsediyoruz. örneğin kendi partisinin İstanbul milletvekillerini tanıyan çok az kimse bulabilirsiniz. Böyle bir demokrasi topal bir demokrasidir. Nasıl bürokratik oligarşi diyorsak, bu da aslında oligarşik bir demokrasidir. Dolayısıyla seçme seçilme biçiminin yeniden düzenlenmesi lazım. Bunlarla ilgili anayasal değişiklikler yapılması lazım.

TÜRKİYE’NİN İHTİYACI BİLGİYE DAYALI SİYASETTİR

üçüncü problemimiz, siyasal sistem ne yazık ki bilgiye dayalı değildir. Her partinin AR-GE departmanları var ama stratejik bilgi üreten partilerimiz yok. Bilgiye dayalı bir siyaset yapılmayınca, siyaset, vehimler ve karşıtlıklar üzerinden yapılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki gerilim, kısa vadede bu iki partiye belki bir kazanç sağlıyor ama uzun vadede Türkiye kaybediyor. 1980 öncesi Demirel ve Ecevit gerilimi yüzünden Türkiye’de kamplaşmalar oldu. Gerilim üzerinden siyaset yürütmek, kavgalara ve kaosa izin vermektir.

TÜRK SİYASETİ DIŞ GÜÇLERİN ETKİSİNDEDİR

Dördüncü temel problem ise; Türk siyasal sistemi büyük oranda dış güçlerin etkisi altında kalmıştır. Bugün mesela, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması ile ilgili basındaki yorumları okuyorum. “Acaba Amerika’nın, AB’nin bu davadaki etkisi ne kadar olacaktır?” diye yorumlar yapılıyor. Bunlar sadece basında yapılan yorumlar değil, Ankara’nın herhangi bir kahvehanesine gidin bunlar tartışılıyor. Türk siyaseti, uzun bir zamandır dış güçlerin etkisi altındadır. Tabii ki her ülkenin, dünyayla ilişkisi olacaktır. Bundan doğal bir şey olmaz. Ama geriye doğru baktığımızda Türkiye yaptığı bütün anayasa değişikliklerini ya askeri vesayet altında yapmıştır ya da Avrupa Birliği’nin talepleri doğrultusunda yapmıştır.

SİYASETTE FİKİR SUÇU DİYE BİRŞEY OLMAMALI

Bu dört temel yapısal sorunun düzeltilmesi lazım. Uluslararası normlara uygun bir hukuk sistemi getirilerek siyasal partilerin kapatılması önlenmelidir. Kişilerin hatası yüzünden parti kapatılmaz. Kişilerin hataları da mutlaka mahkeme kararlarıyla ortaya çıkarılmalıdır. İnsanın suçu sabit olmalıdır ve o suçlardan dolayı yargılanabilmelidir. Asla fikir suçu olmamalıdır. Ki siyaset zaten fikirler üreterek millete çözüm sunma kurumudur. Şiddeti bir yöntem olarak benimsemeyen, önermeyen, terörü reddeden; din ve etnik kimlik üzerinden toplumsal ayrışmaya ve çatışmaya yol açmayacak her türlü fikir serbest olmalıdır. Siyasal partilerin kapatılması ülkemizin gündeminden artık çıkarılmalıdır.

MİLLET AK PARTİ’DEN ÜÇ ŞEY İSTEDİ

Sayın Başbakan ilk beş yıllık iktidar döneminde toplumsal uzlaşma, kurumlar arası mutabakattan bahsetti hep... İkinci dönemde bunların da olduğunu gördük. Ancak AK Parti’ye yine de kapatılma davası açıldı. Bir taraftan ‘laik’ denilen kesim, AK Parti’nin gerçekten laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu iddia ediyor. Bir taraftan da halkın büyük bir kesiminden AK Parti’nin demokratikleşme adımlarını neden ilk iktidar döneminde değiştirmediğine dair eleştiriler var. Yani parti kapatmayı neden zorlaştırmadı ilk dönemde deniliyor. AK Parti, kendi seçmenini karşısına alarak, uzlaşma aramasına rağmen bugün geldiği noktada bir kapatma davasıyla karşı karşıya. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz tüm bu gelişmeleri?
3 Kasım seçimlerinden sonra ısrarla şunu söyledim. Milletimiz seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne üç görev verdi. Dedi ki milletimiz; “ekonomik pastada benim de payım olsun ve benim payımı çoğalt.” İkincisi, “mevcut statükoyu çok fazla kavga etmeden, benim lehime değiştir.” Üçüncüsü de, “özgürlük alanların önünü aç. “

AK PARTİ, CHP’NİN GERİLİM POLİTİKASININ TUZAĞINA DÜŞTÜ

Yakın geçmişinde siyaset yapması yasaklanmış bir Başbakan var. Adalet ve Kalkınma Partisi maalesef Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyununa geldi. Eğer milletin önünü tıkayan engelleri ortadan kaldıracak bir siyaset yapmış ve asla bu tür kamplaşmalara prim vermemiş olsaydı bugün bambaşka bir noktada olacaktık.

AK PARTİ ‘CUMHURBAŞKANI’NIN EŞİNİ OYLAMIYORUZ’ DEMELİYDİ

22 Temmuz seçimlerinde aslında bir soru daha soruldu millete. Bu, ‘Eşi başörtülü birini Cumhurbaşkanı seçmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz?’ sorusuydu. Millet de verdiği oylarla, “evet seçmek istiyoruz” dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden bir tartışma ve gerilim yaşandı. Aslında bu gerilim politikası seçimlerde AK Parti’ye yaradı. Ve bu gerilim süreci kapatma davasına kadar gelip dayandı. Aslında AK Parti’de üretilen bu gerilim politikasını tersini çevirecek bir şey yapmadı.

DEMOKRASİ ALTERNATİFİNİ KENDİ İÇİNDE OLUŞTURMALIDIR

Demokrasinin en önemli gücü, alternatifini kendi içinde oluşturmasıdır. Hiç kimse, hangi güce sahip olursa olsun, alternatifin, anti-demokratik yollar, yöntemler olduğunu asla düşünmemelidir. Ne yazık ki diğer siyasal partiler CHP, MHP ve hatta partimiz SP, halkın gözünde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne alternatif olamadı. Seçim sonuçları açısından değerlendirdiğimizde bu böyle... Bu da AK Parti’nin kendisini sanki alternatifsizmiş gibi görmesine ve hiçbir şekilde iktidardan indirilmeyeceklerine inanmalarına yol açtı. Eğer siyasi partiler yasası, parlamento ve yargının karşılıklı bağımsızlığını ve dengelerini sağlayacak hukuki düzenlemeler ve hak ve özgürlüklerin önündeki yasakların kaldırılması gerçekleştirilseydi, bugün AK Parti kapatma davası ile muhatap olmayacak ve çok geniş bir toplum kesiminden destek bulacaktı. Bu destek partiler üstü bir destek olacağı için de parlamentodaki diğer partiler değişiklikleri toptan reddetmek yerine uzlaşma formülleri arayacaklardı.

AB BİR MEDENİYET PROJESİ DEĞİLDİR

Pek çok kimse, AK Parti’yi Refah ya da Fazilet Partisi’nin devamı olarak görüyor. Ya da AK Parti ile Saadet Partisi arasında çok fazla fark olmadığını düşünüyor. Size göre, AK Parti ile Saadet Partisi arasındaki temel farklılıklar nelerdir?
Bunları çok defa anlattık. Mesela ekonomi politikası itibariyle biz Türkiye’nin bir milli üretim ekonomisiyle kalkınacağını düşünüyoruz. AK Parti ise başlangıçtan itibaren uluslar arası karar vericilerin, IMF’nin ve Dünya Bankası’nın politikalarının doğru olduğuna karar verdi. Biz Avrupa Birliği’ni asla bir medeniyet projesi olarak kabul etmiyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi, AB sürecinde zaman zaman restleşmeler olmasına rağmen, Türkiye’nin demokratikleşmesinin aracının AB olduğunu düşünüyor. Biz, başından itibaren ABD’nin bölge politikalarının yanlış olduğunu söyledik. Asla Büyük Ortadoğu Projesi’nin yanında olmadık. Adalet ve Kalkınma Partisi bu projenin yanında oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi, küresel sistemin araçlarıyla uyumlu ve işbirliği içinde bir politika yürüttü.

ÇETELERİN ALTERNATİFİ AVRUPA BİRLİĞİ DEĞİLDİR

Siz, Saadet Partisi Avrupa Birliği’ni bir medeniyet projesi olarak görmüyor ama AK Parti bunu böyle görüyor diyorsunuz. Ancak, Türkiye’de de şeffaf olmayan bir yönetimden kaynaklanan çeteleşme ve otoriter bir sistem isteyen gruplar var. AK Parti belki demokratikleşmenin önündeki bu çeteleşmeden kurtulmak için AB’yi istiyor olamaz mı? Mesela bugün ‘ulusalcı’ diye geçinen bazı gruplar, Refah Partisi döneminde de Amerika’ya gidip ‘Ne olur bizi Erbakan’dan kurtarın’ diyen gruplardı.
Bir kere bunlar birbirinin alternatifi olan iki şey değildir. Yani çeteleşme mi yoksa Avrupa Birliği mi ikilemleri doğru değildir ve birbirinin alternatifi değildir. Siyasetin gücü millete ne kadar dayandığıyla ilgilidir. Bir milletin özgürlük mücadelesi, bir takım dış desteklerle verilemez. Sıkıntıları ancak biz kendi içimizde çözebiliriz.

KOPENHAG KRİTERLER YOKKEN, KUDÜS KRİTERLERİ VARDI

Biz bu bölgede 400 sene bütün mezhepleriyle Müslümanı, Hıristiyanı, Yahudi’yi, hiçbir etnik ve dini kavga olmadan beraberce yaşatmışız. Avrupa serbest dolaşımı bilmezken, Kopenhag kriterleri yokken, biz Kudüs kriterleri çerçevesinde insanlar arasında tam bir adalet sağlamışız. Bunu yaparken de insanların dinine, etnik kökenine bakmadan bunları yapmışız. Şimdi sanki biz bunları hiç yaşamamışız ve bilmiyormuşuz gibi davranıyoruz.

TÜRKİYE NE DOĞU’YA NE BATI’YA, ÖNCE KENDİNE DÖNSÜN

Türkiye’nin içerisinde çıkarılan kavgalar, sağcı-solcu kavgası, Sünni-Alevi kavgası, dinci-laik kavgası, Kürt-Türk kavgası milletten kaynaklanan kavgalar değildir. Bu kavgaları körükleyen çevreler nasıl olur da özgürlüklerin teminatı olurlar? Bu bir yöneliş problemidir. Ben kişilerden bahsetmiyorum. Türkiye Doğu’ya mı, Batı’ya mı dönsün? Ben diyorum ki, Türkiye kendine dönsün. Kapılarını kapatsın demiyorum. Kendi köklerine dönsün. Köklerine döndüğünde orada Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar var, Türk var, Kürt var, Abhaz, Boşnak, Arap, Arnavut, Çerkez, Çeçen, Sünni, Şii, Rum, Ermeni, Yahudi var. Bu bizim medeniyetimizin getirdiği zenginlik. Türkiye buna dayanmadan asla sorunlarını çözemeyecektir. Türkiye’de kendini dindar ve laik hisseden insanların anlaşamayacakları, birbirleriyle kavga edecekleri hangi pratik mesele vardır? Bundan kurtulmanın yolu kendi medeniyetimize güvenmektir.

EVDEKİ KAVGAYI YANDAKİ KOMŞU ÖNLEYEMEZ

Tabii ki farklı fikirlerimiz olacak, tabii ki farklı yaşam tarzlarımız olacak. Ama bunları bir arada yaşatabilecek bir geçmişe ve tecrübeye sahibiz. Biz özgürlük içinde bir bütünlük sağlamıyoruz demek vahim bir yanlıştır. Evdeki kavgayı yandaki komşu önleyemez. Türkiye’nin hiçbir sorunun da dışarıdan direktiflerle çözüleceğine inanmıyorum.

ABD, BİZE 10 KAT DAHA MUHTAÇ

AK Parti’nin ABD ile olan ilişkilerinin tamamen stratejik olduğu ve gözetilen dengeler çerçevesinde bu ilişkilerin gerçekleştiğine dair iddialar var. Hatta Başbakan Erdoğan’ın, ABD ile devam ettirdiği bu işbirliğinden galip çıkacak kişi olacağı da söyleniyor. Siz de bu konuda aynı düşüncede misiniz?
Biz Washington’da, New York’ta, Moskova’da, Kudüs’te neler olup bittiğini bileceğiz. Bunu bilmek zaten siyasetin gereğidir. Ama adımlarımızı asla buradan esen rüzgârlara göre atmayacağız. Yani iddiası olan bir milletiz biz. Türkiye sıradan bir ülke değildir. Brzezinski diyor ki, “Türkiye nasıl şekillenecekse, 2030’un dünyası öyle şekillenecektir.” ABD’nin, AB’nin veya başka güçlerin bize duyduğu ihtiyaç, bizim onlara duyduğumuz ihtiyacın onlarca katıdır. Bu özgüven içerisinde olmak lazım…

DÜNYA DENGELERİNİ BİLMEK ÖNEMLİ AMA ONLARLA YÖNETİLMEMEK GEREKİR

ABD, şu anda dünyanın en büyük gücü, doğru… Ama ABD, kendi yapısal resesyonunu aşacak bir imkana sahip değil, kendi içindeki farklılıkları bir arada yaşatmayı henüz çözememiştir. Dünyanın her döneminde bir takım süper güçler oldu ama biz bu topraklarda 1100 senedir yaşıyoruz ve bir medeniyetin temsilcisi olarak kıyamete kadar da yaşayacağız. İki yüz sene evvel, dünyanın küresel güçlerinden Osmanlı Devletiydi. Osmanlı’ya sormadan kimse hareket etmiyordu. Güçler değişebilir ama yönelişleri güçlü olan milletler bu süreçten yine de güçlenerek çıkabilir. Dünya dengelerini bilmek önemlidir ama dünya dengeleri tarafında yönetilmek kötü bir şeydir.

(Yener Dönmez – Mehmet Nedim Aslan)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.