SP Lideri’nden önemli açıklamalar

SP Lideri’nden önemli açıklamalar

Yapıcı tenkitleri ile siyasette örnek bir yol açan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, habervaktim ailesini ziyaret etti. Ziyarette Genel Başkan Yardımcısı Op. Dr. Ahmet Demircan ve Basın Müşaviri Mustafa Yılmaz’ın da aralarında bulunduğu SP Heyeti'ne, Genel Yayın Yönetmenimiz Fatih Akkaya ev sahipliği yaptı. Kahvaltılı bir ortamda ağırladığımız SP lideri Kurtulmuş, gündemdeki konular ve hükümetin icraatlarına ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.

Baştan sona yeni bir anayasa için tek yolun Anayasa Yapıcı bir Meclis kurulması olduğunu söyleyen Kurtulmuş, Türkiye’nin dış politikada sözü dinlenen bir ülke olabilmesi için de yüksek teknolojili milli savunma sanayisini kurması gerektiğinin altını çizdi. SP lideri şöyle konuştu: “Şimdi İsrail’e sözlü tepkiler var. İyi de tanklarımızın modernizasyonunu İsrail’e yaptırırsan, uçaklarımızın yazılım sistemlerini Amerikalıların insafına bırakırsan, düşman unsur-dost unsur tanımını bile Amerikalıların, İsraillilerin yazdığı yazılım programları ile belirlersen bu ülkenin hiçbir caydırıcılığı olmaz. Bugün yetkililerimiz İsrail’e karşı bağırıp çağırırken, İsrailliler de bıyık altından kıs kıs gülüyorlar. Diyorlar ki ‘ya senin elindeki uçağın her şeyi bizim elimizde, sen kuru sıkı palavra atıyorsun’ diye.”

İki bölümde sizlerle paylaşacağımız SP Lideri Prof. Kurtulmuş’la yaptığımız söyleşinin ilk bölümü şöyle:

TAŞERON SALDIRI

-Terör örgütü bu kez de Şemdinli’de sınır birliğine saldırdı. 11 şehit verdik. Artan terör olaylarıyla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Öncelikle bu menfur saldırıda şehit olan askerlerimize Allah'tan rahmet, yaralı askerlerimize de acil şifalar diliyorum. Türkiye’nin özellikle dış politikada tarihi günler yaşadığı bir dönemde, terörist saldırılardaki artış dikkat çekicidir. Bütün milletimizi yasa boğan bu hain saldırıyı gerçekleştirenlerin bir an önce yakalanması en büyük temennimizdir. Ancak daha önemlisi bu terör şebekesinin arkasındaki karanlık güçlerin ve uluslararası terör siyasetçilerin deşifre edilmesidir. Son saldırıların zamanlaması; terör örgütünün, ülkemiz ve coğrafyamız üzerinde sinsi emelleri bulunan bir takım karanlık güçlerin taşeronluğunu yaptığını açıkça ortaya koymaktadır. Amaçlarının ülkemizin barış ve esenliğini sabote etmek, huzur ve güvenliğini bozmak olduğu açıktır. Ancak bir kez daha ifade etmek istiyorum ki; bu kirli terör siyasetini sürdürenler hiçbir zaman amaçlarına ulaşamayacaklardır. Devletimizin terörle mücadele konusundaki sarsılmaz iradesi ve milletimizin engin sağduyusu buna izin vermeyecektir. Bu hain eller bilmelidir ki milletimiz kıyamete kadar bu topraklarda kardeşçe yaşayacaktır.

-Sizce, güçlü bir Türkiye için ne gerekiyor?

Türkiye’nin içeride kendi problemlerini çözen bir ülke olması lazım ki, dışarıda sözüne itibar edilsin. Söylediği sözün bir karşılığı olsun. İnsanlar ona göre Türkiye’yi ciddiye alsınlar. İçeride insanlarının problemlerini çözmüş olan; tam manasıyla demokratik, özgür bir Türkiye’nin inşa edilmesi gerekir. Hiç kimsenin sözde vatandaş olarak kabul edilmediği, hiç kimsenin ikinci sınıf vatandaş olmadığı; herkesin eşit, özgür yurttaşlar olduğu bir sistemin kurulması gerekir.

-Ne gerekiyor böyle bir sistem için?

Başta Anayasa reformu, anayasal ve hukuki reform sürecinin çok ciddi bir şekilde, yani sadece rötuş yapılarak değil, bu son anayasa paketinde olduğu gibi kısmi değil, çok ciddi bir anayasal reform süreci başlatılmalıdır.

AK PARTİ HEP YAPIYORMUŞ GİBİ YAPTI

-Bu konuda geç kalındığını düşünüyor musunuz?


Maalesef AK Parti 8 yıl içinde kendi istediği her şeyi yapmakla birlikte bu konuda da evet adımlar attı ama samimi, reformcu adımlar değildi, sahici, kalıcı değildi bunlar. Yapıyormuş gibi yaptı. AK Parti’de en büyük sıkıntı da bu zaten. Yapıyormuş gibi yapması. Bu son anayasa değişikliği de aslında budur. Tamam karşısında bir cephe olmuştur, bu cephe direnmiştir. Ancak onu aşmanın da bir yolu vardır.

-Nedir bu yol?

Nasıl şimdi referanduma gidilecekse bizim baştan beri söylediğimiz şey. İşte Cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar, biz de diyorduk ki, dönersiniz halka. Nitekim öyle oldu. Ne güzel de oldu. Artık Cumhurbaşkanını halk seçecek. AK Parti anayasayı da halka yaptıracak bir adım atabilirdi. Ama atmadı, bundan kaçındı. Önünde gördüğü engelleri aşmak yerine, geri adım atmayı tercih etti. Türkiye siyasetinde reform dinamikleri üzerine oturmayan hiçbir siyasi partinin iktidar olması mümkün değildir. AK Parti reform vaatleri ile iktidara geldi ama reformcu özellikleri giderek, statükocu özelliklere döndü. Birincisi bu.

DERVİŞ-FİSCHER MODELİ BATIRIYOR

İkincisi, içeride yoksulun kalmadığı, insanların işinin aşının olduğu, geleceğe yönelik endişelerinin olmadığı bir Türkiye inşa edemediğiniz zaman, yani ekonomik olarak pastayı büyütüp bu pastayı iyi bir şekilde paylaştıramadığınız zaman yine o ülkenin dışarıda sözü geçmez. Türkiye’nin bugün ikinci temel problemi budur. Maalesef Türkiye bugün yaklaşık 19 milyon 200 bin sınıf altı vatandaşı olan bir ülkedir. Bu kadar vatandaşı başkasının yardımı ve katkısı olmadan ayakta kalamayacak durumda ise Türkiye’yi dışarıda kimse dinlemez. Gelir dağılımı adaletsizliğinin bu kadar bozulduğu bir Türkiye’yi kimse dinlemez. 16 bin insana iç borç faizi olarak 56.8 milyar dolar verirken, bunun sadece yüzde 8’ini sosyal yardım olarak dağıtan bir Türkiye’yi kimse ciddiye almaz. Yani AK Parti’nin ikinci olarak düştüğü yanlış budur. Ve sistematik bir yanlıştır. AK Parti kendisinin önüne konular Derviş-Fischer modelini harfiyen uygulamıştır. Neoliberal tezlere bağlı kalmıştır. Sonuçta Türkiye’yi maalesef fevkalade ekonomik, yapısal sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. Bu sorunlara sahip olan bir ülke olarak siz istediğiniz kadar bağırıp çağırın, sizi kimse dikkate almaz.

YÜKSEK TEKNOLOJİLİ MİLLİ SAVUNMA SANAYİ



Üçüncüsü teknolojiye özellikle savunma sanayindeki teknolojiye sahip olma konusudur. Türkiye evet asker sayısı bakımından çok kalabalık bir orduya sahip. Bölgede caydırıcılık gücü yüksek bir silahlı kuvvetlere ihtiyaç vardır. Ancak bu silahlı kuvvetler asla ve asla iç politikaya girmeyecektir, müdahale etmeyecektir. Bu çerçevede baktığımız zaman, şimdi İsrail’e sözlü tepkiler var. İyi de tanklarımızın modernizasyonunu İsrail’e yaptırırsan, uçaklarımızın yazılım sistemlerini Amerikalıların insafına bırakırsan, düşman unsur-dost unsur tanımını bile Amerikalıların, İsraillilerin yazdığı yazılım programları ile belirlersen bu ülkenin hiçbir caydırıcılığı olmaz.

TÜRKİYE’YE BIYIK ALTINDAN KIS KIS GÜLÜYORLAR

Yıllardır söylüyoruz. Türkiye yüksek teknolojiye sahip kendi savunma sanayini yapacak birikim ve sermayeye sahiptir. Ama maalesef biz halen bu alanda dışarıya bağlı olduğumuz için bugün yetkililerimiz İsrail’e karşı bağırıp çağırırken, İsrailliler de bıyık altından kıs kıs gülüyorlar. Diyorlar ki ‘ya senin elindeki uçağın her şeyi bizim elimizde, sen kuru sıkı palavra atıyorsun’ diye, Türkiye’nin Başbakanına, Dışişleri Bakanına bıyık altından gülüyorlar. Üçüncü mesele bu.

-Bu tabloda darbelerin etkisi konusunda neler söyleyeceksiniz?

60’ta ihtilal yapmış ordu. 71’te ihtilal, 80’de ihtilal.. 97’de ihtilal yapmış. 2007’de ihtilal denemesi. Türk Silahlı Kuvvetleri ihtilallara harcayacağı bu emeği, eğer Türkiye’nin askeri teknoloji bakımından kalkınmasına harcasaydı bugün bu alanda İsrail’in üstünde olurduk. Aynı şekilde hükümetler de askeri darbelerden nasıl korunuruz yada Türkiye’de askerin etkisini nasıl azaltırızı düşünmek yerine, asker anayasal olarak nasıl kışlasında duran, savunmayla ilgilenen bir yapıya kavuşturulabilir üzerinde çalışsalardı; bürokratik oligarşi dediğimiz siyasal sistemin yapısını demokrasiye çevirebilselerdi bugün Türkiye savunma sanayi alanında bambaşka bir noktada olurdu. Siyaset de bunu yapmamıştır. Korkularıyla, endişeleriyle siyaset bunu yapmadığı için suçludur.

İşte son anayasa değişikliğiyle ilgili tartışmalarda da gündeme geldi. Israrla başından beri söylediğimiz şuydu: Bürokratik oligarşi tabirini de kullanan bir hükümetin öncelikle mutlaka bürokratik oligarşiyi aşacak, millet egemenliğini kılacak adımlar atması gerekirdi. Sembolik bile olsa bunlar yapılabilirdi.

BÖYLE DEMOKRASİ OLMAZ

Türkiye’de öyle bir yapı var ki, işte Milli Güvenlik Kurumu, HYSK, AYM, Danıştay, Yargıtay, YÖK, RTÜK, Askeri Yargıtay vesaire… Bunların hepsi anayasal; güçlerini anayasadan alan kurumlar ama Sayıştay haricinde hiçbiri milletin denetimine açık değil. Böyle demokrasi olmaz. Biz ısrarla dedik ki, mesela, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir diyoruz ya, bunu şöyle yapalım, millet hakimiyetini anayasal kurumlar eliyle değil, seçilmiş kişi ve kurumlar vasıtasıyla kullansın.

İSRAİL’İN EN BÜYÜK GÜCÜ NE?

Ve dış politika, dış politika temennilerin olduğu, iyi niyetli sözlerin olduğu bir yer değildir. Özellikle siyasetin küresel ölçekte test edildiği yer dış politikadır. Dış politika kararlı, şahsiyetli bir çizgiyi zorunlu kılar. Bu anlamda belki de dünyadaki en başarılı dış politikaya sahip ülke İsrail’dir. Benim kanaatime göre özellikle 1967 savaşından bu yana İsrail’in en büyük gücü ne askeridir, ne teknolojisi, ne de arkasında ABD’nin oluşudur. İsrail’in en büyük gücü kendi karşısında büyük bir diplomatik gücün oluşmasına imkan tanımamış/tanımıyor olmasıdır.

DİĞER TARAFTAN TÜRKİYE İSRAİL’E PRİM VERİYOR

Bu çerçevede özellikle Davos’taki “one minute” çıkışından sonra Türkiye’nin eline fevkalade bir imkan geçmiştir. Ama maalesef hükümet dış politikada son derece haklı olduğu one minute’le tamamen çelişen tavırlar ortaya koymuştur. Örneğin, 2009 Ekim ayında Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nda Türk delegasyonu çekimser kalarak, maalesef İsrail’i desteklemiştir. Yine 27-28 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye’nin kabulüyle İsrail OECD’yi girmiştir. Hep uyardık ama maalesef hükümete bunu dinletemedik. Meclis’te anamuhalefet partisi olan CHP’nin genel başkanı Sayın Kılıçdaroğlu da şimdi söylüyor. Niçin bunu daha evvel gündeme getirmediniz? Türkiye İsrail’e OECD üyeliği vererek, bu ülkenin 1967’den beri dış politikada kazandığı en büyük başarıya katkı sağlamıştır. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Davos’ta one minute diyorsunuz. Bunun gereği İsrail’in OECD üyeliğine hayır demektir.

-Ortak tatbikatların iptal edildiği açıklandı

O şöyle, Sayın Arınç’ın açıklamalarından anladık ki, hükümet, geçtiğimiz Gazze işgalinden sonra Anadolu Kartalı Tatbikatını engellemiştir, rafa kaldırmıştır. Ama 3 tane yeni askeri tatbikat anlaşması yapılmış. Bunların iptal edileceği söylendi ancak şu saat itibariyle iptal edilmiş değil.

İSRAİL BÜYÜKELÇİ HALEN ANKARA’DA OTURUYOR

Yine Mavi Marmara katliamı karşısında halen İsrail’in Büyükelçisi Ankara’da oturuyor. Hemen saldırı sabahı eline bavulu verilmeli ve ülkesine gönderilmeliydi. Bu da yapılmadı. Beğenmediğimiz bazı ülkeler bu katliamdan sonra bunu yapmıştır.

Dolayısıyla bu 4 temel alanda güçlü olmayan bir ülkenin dışarıda kimse sözünü dinlemez. Anlamsız bir gerilimle Türkiye 8 yılını geçirdi. İktidar partisi bu ana konularda milletin taleplerini, milletin ihtiyaçlarını karşılıyormuş gibi yapmış ama maalesef bu konularda reformcu adımlar atmamıştır. Sadece bunların sözünü yapmıştır. Ancak siyaset sözlerin test edildiği bir yer değil, fiillerin, amellerin, davranışların test edildiği, yargılandığı bir yerdir.

-Sayın Başkan, ekonomi konularını biraz daha açmak gerekirse, Saadet Partisi olarak sizin bu alandaki somut önerileriniz, vaatleriniz nelerdir? Örneğin Refahyol döneminde memur maaşlarına yüklü zam yapılmış, bu zam bugün halen anadoluda konuşulmaktadır. Bunun gibi somut ne gibi adımlarınız olacak?

Şimdi bakın, bunu bir ekonomi hocası olarak da söylüyorum, ekonomi tercih ve temel ilkeler meselesidir. 23 Ocak 2010 tarihinde İstanbul’da ekonomi programımızı kamuoyuyla paylaştık. Orada 15’e yakın somut teklifimiz oldu. Türkiye’de yoksulluğun giderilmesi için gelir seviyesi düşük ailelere 875 TL maaş verilmesi örneğin. Yani öncelikle alım gücünün artırılması gerekir. Üretim maliyetleri azaltılmalı. Türkiye’de kitlesel anlamda işsizlik ve yoksulluğun ortaya çıkmasını sağlayan hususlardan biri olan tarımdaki geriye gidişin önlenmesi. Tarımın, sanayinin güçlendirilmesi. Biz bunları, hatta bu hususlar için nerelerden ne miktarda kaynak sağlanacağı, oluşturulacağına kadar madde madde açıkladık.

ÖNEMLİ OLAN EKONOMİNİN SOSYAL YÖNÜDÜR

Türkiye gayri safi milli hasılası sürekli yükselen bir ülkedir. Bu anlamda gelişen bir ülke. Ancak bunlar yeterli değildir. Bugün dünyanın geldiği nokta nedir? Ekonominin sağlıklı bir şekilde büyüdüğünün göstergesi ekonominin sosyal yönüdür. Türkiye ekonomisinin sosyal yönü şuan sıfırın altındadır. Yoksulu, işsizi göz ardı eden bir ekonomi. Bunun nedeni, 2000 yılının başından beri uygulanan 17. IMF Protokolü, Derviş-Fischer modelidir. Ve 2003-2007 arasında uygulanan Dubai Modeli. Bu modeller üretmeyen bir ekonomi öngörüyor. Ve hiçbir şekilde adil bir paylaşım düşünmeyen Türkiye ekonomisinin kurulmasını öngörüyordu. Bu yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 56.8 milyar TL iç borç faizi ödeyecektir. Bunu sadece 16 bin aileye ödeyecek. Devlete borç veren 16 bin aileye. Sonuç bu yani.

-CHP’de muhalefet hep laiklik üzerinden yürütülürdü. Kılıçdaroğlu ile birlikte yoksulluk vurgusu yapılmaya başlandı. Bu sizi nasıl etkiler?

Sayın Kılıçdaroğlu’nun izlediğimiz kadarıyla konuşmaları bizim son bir buçuk yıl içinde söylediğimiz cümlelerin neredeyse aynısı. Bundan tabi üzülmeyiz, sevinç duyarız. Demektir ki, Saadet Partisi iktidar partisinde olduğu gibi muhalefet partisi üzerinde de etki oluşturan bir partidir.

Biz Türkiye siyasetini yeniden formatlıyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu’nun ilk sözlerinden biri olan ‘Cumhuriyet elden gidiyor, 6 milyon işsiz var’ sözü CHP’de devrim niteliğinde bir sözdür. Yine Sayın Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsü sorununu biz çözeriz’ yönündeki sözü sevinç vericidir. Şimdiye kadar Ergenekon’un avukatlığına soyunmuş CHP’de Kılıçdaroğlu ‘biz halkın avukatıyız’ gibi sözler söylüyor. Bu da sevindirici bir gelişme. Bunları Saadet Partisi’nin etkileri olarak görüyoruz. Etkilensinler de yeter ki böyle etkilensinler.

KILIÇDAROĞLU’NA İKİ TAVSİYEM VAR

-Bir tavsiyeniz var mı peki, CHP’nin yeni liderine?


İki tavsiyem var. Öncelikle aman derin CHP’ye dikkat etsin. Derin CHP, bu hususlarda Kılıçdaroğlu’nun önüne geçmeye çalışabilir. İkincisi ise, madem CHP’nin geleneksel duruşundan farklı olarak halkın avukatlığına soyunuluyor, o zaman hemen bunun gereğini yapsın. CHP, anayasa değişikliği ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ndeki iptal başvurusunu geri çeksin. Desin ki, biz bu anayasa değişikliğine razı değiliz, ancak, referandumda millet ne diyorsa o olur, çekiyoruz başvurumuzu. Çıksın bunu desin. Eğer bunlar yapılabilirse Türkiye’de siyaset doğru bir mecraya oturmuş olur.

Ben 8 yıldır AK Parti ile CHP’nin birbirlerinin değirmenine su taşıdıklarını düşünüyorum. Hani Üstad diyor ya, ‘ey düşmanım sen benim hızımsın, gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın’. Bu üslupla siyaset yaptıklarını düşünüyorum. CHP’nin bu üslubu terk edeceğinin sinyalini vermesi sevindiricidir. Ümit ediyorum AK Parti de bu üslubu terk eder.

Hep diyoruz ki, partiler birbirlerinin düşmanı değil, siyasi rakipleridir. Partiler birbirlerine göre çok farklı fikirlere sahip olabilirler ama belli konularda anlaşabilirler, uzlaşabilirler. Şu anda Saadet Partisi Türkiye’de bütün partilerle görüşebilen, konuşabilen; diğer tüm partiler tarafından ilgiyle, ciddiyetle takip edilen bir partidir. Bundan da büyük sevinç duyuyoruz. Doğru olan budur. Halk bunu görüyor.

OLASI İPTAL KARARI AK PARTİ’YE YARAR

-Kılıçdaroğlu’ndan geri çekmelerini istediğiniz başvuruyla ilgili Anayasa Mahkemesi’nden iptal kararı çıkarsa ne olur?


Böyle bir şeyin olmamasını temenni ediyoruz. İnşallah iptal kararı verilmez. Okun yaydan çıktığı, rotasında ilerlediği bir referandum süreci var. Herkesin bu sürecin sonunu saygıyla beklemesi en doğru yoldur. Keşke CHP bu konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmemiş olsaydı ve keşke yüksek mahkeme bu başvuruyu gündemine almasaydı. Ama maalesef ikisi de oldu. Bugün mahkemeyi etkileyebilecek herhangi bir şey söylemek doğru olmaz. Şu kadarını söyleyebilirim, eğer iptal kararı çıkarsa, Türkiye’de kaos olur. Türkiye’de ciddi bir kırılma olur. Bir kere daha AK Parti’nin ekmeğine yağ sürülmüş olur.

-Olası iptal kararı karşısında hükümet ne yapar sizce?

Muhtemelen erken seçim kararı alınır. Ama mesele o değil, mesele şurda. Bunların hepsi rötuşlu, bunların hepsi yapıyormuş gibi yapmaktır. Bakın 3 Kasım 2008’de demeç olarak vermiştim. 411 milletvekilinin oyuyla başörtüsüyle ilgili bir anayasa değişikliği yapılmış, Anayasa Mahkemesi yetkilerini aşarak, demiş ki, ‘sen böyle bir yasa çıkaramazsın’. Yani kendisini senato konumuna getirmiştir. Şu anda fiili durum budur. Değil 411 milletvekili 550 milletvekilinin tamamı ‘evet’ dese Anayasa Mahkemesi hayır diyebiliyor maalesef. Anayasa Mahkemesi, özellikle bu başörtüsü kararının gerekçesinden dolayı kendisini fiilen senato konumuna getirmiştir. Senatodur. Maalesef AYM’deki 11 kişinin evet demediği hiçbir anayasa değişikliği yapılamaz. Türkiye bu noktaya getirilmiştir.

BÜTÜN HUKUKÇULAR TARTIŞSIN, BAŞKA BİR YOL YOK

-Hükümet bunu anayasa değişikliği ile aşmaya çalıştığını söylüyor. Bunu aşmanın başka bir yolu mu var?



Bunu aşmanın 50 sene konuşsak da tek bir yolu vardır. Türkiye birkaç yıl içinde buraya gelmek durumundadır, demokratik bir ülke olacaksak. Bütün hukukçular tartışsın. Eminim başka bir yol bulamayacaklardır. Bu tek yol şudur: Türkiye’de anayasa yapıcı bir Meclis kurulacak. Şuan ortada fiili bir durum var. Meclis değişiklik yapıyor, Anayasa Mahkemesi iptal edebiliyor. Bu fiili durumu aşmanın yolu budur. Dar bölge tek temsilcinin geldiği yaklaşık 300 kişilik bir anayasa yapıcı Meclis oluşturulmalı. Tek vazifesi bu olacak. Bu Meclis bir yıl çalışarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve milletin anayasasını yapmalıdır. Böyle bir Meclis oluşursa Türkiye millet iradesi ile tıpkı 1921’deki gibi kurucu bir iradeyle kendi anayasasını yapar ve ancak bu şekilde bir şeyler aşılmış olur. Dar bölge tek temsilci olduğu zaman ne olur? Oraya dindarlar gelir, oraya laikler gelir. Oraya solcular gelir. Oraya sunniler gelir, Aleviler gelir. Etnik bütün farklılıklar gelir. Elitist olmayan bir Meclis. Türkiye’nin zengini gelir, yoksulu gelir. Bana göre Türkiye bunu yapmaktan daha fazla kaçınamayacak. Önümüzdeki dönemde inşallah Saadet Partisi Meclis’e girdiğinde Türkiye Saadet Partisi öncülüğünde böyle bir yöntemle yeni bir anayasa yapmak mecburiyetinde kalacaktır. Yoksa demokrasi varmış gibi bir hava ortaya çıkıyor.

Bürokrasi Anayasa gereği hizmet eder, bunda hiçbir problem yok. Yetkin insanlara bir şey söylüyor değilim. Onlar değerli bürokratlardır. Ama irade kullanma.. Bürokrasi dünyanın her yerinde millet iradesine hesap verir. Bunun yapılması demek, nitelikli bir şekilde sistemin mahiyetini millet egemenliğine açmak demektir. Üzülerek ifade ediyorum, hükümet bunu şöyle algıladı: Anayasa Mahkemesi’ne bilmem kimin yerine bizim Ahmet’i Mehmet’i koyalım. YÖK’e bizim Mahmut’u koyalım. HSYK’ya bizim Mehmet’i koyalım diye düşünür ve öyle yaparsak orası demokratikleşmiş olmaz sadece isimler yer değiştirmiş olur. Türkiye’nin isimlerin yer değiştirdiği, yapıyormuş gibi gözükülen bir demokratikleşme sürecine değil, sistemin mahiyetini millet egemenliğine açacak kapsamlı bir reforma ihtiyacı vardır. 

Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, AK Parti ile aralarındaki farkı Habervaktim’e açıkladı.

Gündemdeki konulara değinerek, Ergenekon konusunda asıl önemli olanın örgütün arkasındaki karanlık güçlerin ortaya çıkarılması ve bu zihniyetin tümden ortadan kaldırılması olduğunu söyledi. Hükümetin özelleştirme politikasını eleştiren Kurtulmuş, “Özelleştirme ideoloji değil, araçtır” dedi. Dış politikada Amerika ve İsrail’i gözümüzde çok büyüttüğümüzü, bunun yanlış olduğunu ifade eden Kurtulmuş, “Biz bu coğrafyada düşmanlarımızın himmetiyle yaşayamayız” diye konuştu.  

Genel Başkan Yardımcısı Op. Dr. Ahmet Demircan ve Basın Müşaviri Mustafa Yılmaz ile habervaktim ailesini ziyarette gerçekleştirdiğimiz röportajın dün yayınladığımız ilk bölümünde SP Lideri Prof. Kurtulmuş, AK Parti’nin hep yapıyormuş gibi yapıp hiç birşey yapmadığını, Derviş-Fischer modelinin batırdığını ifade etmiş, İsrail Büyükelçisi’nin gönderilmemesi eleştirerek, yeni bir anayasa için izlenmesi gereken yolu anayasa yapıcı Meclis oluşturulması olarak göstermişti. Kurtulmuş’la Habervaktim ailesini ziyarette gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ikinci ve son bölümü şöyle:

-Ergenekon konusuyla ilgili düşünceleriniz nelerdir? Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ergenekon, Türkiye’deki antidemokratik yapının ucudur, görünen ucudur. Dün Susurluk’tu, bugün Ergenekon. Yarın başka bir şey olur. Mühim olan siyasal sistemin yapısında hiç kimsenin devlet adına pis işlere bulaşmayacağı bir yapının oluşturulmasıdır. Bunu nasıl sağlayacağız? Devletin bütün kurumlarını millet egemenliğine açarak. Bu anlamda en net görüşler Saadet Partisi’nindir. Diyoruz ki, Ergenekon konusunda önde görülen birkaç kişi değil, esas perdenin gerisindeki ana güçler, karanlık güçler kimlerse oraya kadar gidilip, hepsi deşifre edilmeli, hepsinden hesap sorulmalıdır. İkincisi Ergenekon meselesinin hem soruşturma hem yargılama faslı uluslar arası normlara uygun bir şekilde yapılmalıdır. Üçüncüsü, bu konu mesele edilerek Türkiye’de büyük bir demokratikleşme süreci başlatılmalıdır. Dördüncüsü, bu konuya siyaset karışmamalı.



ERGENEKON’A SİYASET BULAŞTI

-Siyaset bulaştı mı peki?


Bakın birisi çıktı ‘ben Ergenekonun avukatıyım’ dedi. Diğeri de çıktı ‘ben de Ergenekonun savcısıyım’ dedi. Hiçbir siyasetçi Ergenekonun avukatı ve savcısı olmamalıdır sözünü biz bunlar bunları söylemeden önce söylemiştik. Şimdi biz maalesef Türkiye’de bazı şeyleri yıpratıyoruz. Bu anlamda Ergenekon şimdiye kadar sonuçlanmalı, bütün yönleri ile ortaya çıkarılmalıydı. 12 bin faili meçhul meselesini halen çözememiş bir Türkiye, dış politikada kimseye laf anlatamaz. Ergenekon mergenekon.. Bunlar halen ortaya çıkarılamıyor, halen bunların hesabı sorulamıyor.

BİR DEVLETİN İÇ DÜŞMANI OLMAZ

-Burada bir örgüt mü var, bir zihniyet mi var, sizce nedir bu Ergenekon?


Burada bir sistem var. Susurluk işte. Susurluğu yapan adamlar diyor ki ‘ben devlet adına bunları yaptım’. Devlet adına kurşun atanla kurşun yiyen bizim için aynıdır sözünü siyaset söylerse bu şu demektir, ‘kim nereye kurşun atıyorsa atsın’. Devlet adına kimseye kurşun atılmaz. Devlet adildir. Adil bir devlet olmanın gereği, suçluyu alıp, gereğini yapmaktır. Yani sistem meselesi. Zihniyet meselesi. Türkiye’nin siyasal sisteminin en önemli sorumlarından biri bir iç düşman tehdidi üzerine kurulu olmasıdır. Bir devletin iç düşmanı olmaz. Bir devletin dış düşmanları olur. Belki onların içeride kullandığı ajanları olur, o ayrı bir şeydir. Ama içeride düşmanı değil, suçluları olur en fazla. Devletin eşit ve özgür yurttaşları vardır, bu özgür ve eşit yurttaşlar arasından yoldan sapanlar olabilir. Devletin görevi o suçluyu yakasından yakalayıp adaletin önüne getirmektir. Yoksa, şu grup bizim düşmanımızdır, bu grup bizim düşmanımızdır falan, olmaz. İçeride böyle düşman tanımladığın zaman işte Ergenekon olur, Susurluk olur, darbe olur vesaire.

Devletin yapısındaki bürokratik oligarşiyi bu değişiklikleri ortaya koymadan farz edelim HSYK çok iyi çalıştı ve Ergenekon’la ilgili gerçekten suçlu olan adamları buldu, çıkardı. İyi de, sistem sürekli yeni yeni Ergenekon’lar üretiyorsa, ne yapılmalı. Bu yapıyı değiştirmeli.

Genel Başkan Yardımcısı Op. Dr. Ahmet Demircan: Bir ekleme yapmak istiyorum. One munite’de Sayın Başbakan ne demişti. Bakın, bu açıklamadan önce ve sonrasında Konya’da falan bir takım tatbikatlar yapıldı. İsrail ile ortak tatbikatlar. Peki one minute’te ne demişti Sayın Başbakan, ona bir bakalım. Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz demişti. Peki tatbikatta ne yapıyorsunuz? Adam öldürme eğitimi yapıyorsunuz. Çok ilginç değil mi? Medya bu noktada üzerine düşeni yerli yerince yapmıyor maalesef.

-İşte deniliyor ki, İsrail’le, Amerika’yla tamamen köprüleri attığınız zaman ülke olarak başınıza büyük felaketler gelir. Örneğin ekonominiz çökertilebilir. Terör azdırılabilir vesaire. Bu dengeler mi gözetiliyor acaba?..

Demircan: Bunları doğru kabul ederseniz, mesele bitmiştir. Teslim olmuşunuzdur tamamen. O zaman niye efeleniyorsunuz? İsrail 9 vatandaşımızı öldürmesi karşılığında sözlü tepkiden öte bir şey yapamayacaksınız o zaman. İyi de, 8 sene ne yaptınız siz o zaman. Bu ülkenin ekonomisinde, dış politikasında ne yaptınız? Mutlaka bir bağımlılık kıldınız demektir bu.

Kurtulmuş: İşte onu anlatmaya çalışıyorum ben de. Meselenin özü bu.



İSRAİL’İ ÇOK BÜYÜTÜYORUZ

-Peki Sayın Başkan, Amerika istediği zaman Türkiye’nin ekonomisi batırır, görüşünün haklılık payı nedir sizce?


Yok böyle bir şey. Gelip kimse şunu sormuyor: OECD’ye İsrail kaç yıldır alınmıyordu, neden alınmıyordu? Norveç’in, İsveç’in itirazları vardı. Bu itirazlar neydi? İşgal ettiğin toprağı kendi toprağın gibi gösteriyorsun. Ama daha da önemlisi, diyor ki, sen içeride gelir dağılımı adaletsizliği olan bir ülkesin, kendi içinde olağanüstü bir gelir dağılımı adaletsizliği olan bir ülke OECD ülkesi olamaz. İsrail kendi içinde olağanüstü problemleri olan bir ülkedir. Biz gözümüzde büyütüyoruz maalesef bazı şeyleri. Şimdi bakın 1970’li yılların sonu idi, Falaşaların yani Habeş Yahudilerinin İsrail’e getirilişi. Falaşalar halen İsrail’de birinci sınıf vatandaş değildir. Halen İsrail’in içinde fevkalade yeni yerleşimcilerle, yerleşik yerleşimciler arasında ayrım vardır. Son 5-6 yıl içinde bir milyona yakın İsrail vatandaşı yurtdışına kaçmıştır. İsrail sürekli tedirgin olan, aslında bölgede huzura barışa en fazla ihtiyacı olan bir ülkedir. Ama bunu büyük bir şımarıklıkla örtmeye çalışıyor.

AMERİKA’DA, BATI’DA ÇARK DÖNMÜYOR ARTIK

-Peki ya Amerika’nın durumunu nasıl görüyorsunuz?


Amerika son rakamlara göre her ay 75 milyar dolar bütçe açığı veren bir ülkedir. 1980 sonrasındaki sanayi ekonomisine geçişle birlikte orta direğini kaybetmiş bir Amerika. Amerika’nın güçlülüğü orta direğinden geliyordu. Bunu kaybetmiş olan bir Amerika var bugün. Sayın Obama’nın seçim kazanmasının temel nedenlerinden biri de budur. Sağlık reformu yapacağı, yoksullara yardımda bulunacağı vaadidir. Amerika’da da diğer batılı ülkelerde de çok az sayıda zengin daha çok zenginleşmiş, fakir daha çok fakirleşmiştir. Tarih boyunca bütün büyük güçlerin en büyük gücü dışarıdaki güçleri değil, içerideki tekerleğin, çarkın iyi dönmesi olmuştur. Batıda çark dönmüyor. Amerika’yı da kastederek, İsrail’i de kastederek söylüyorum bunu, zaten Batı’nın bu kadar saldırganlaşmasının temel nedenlerinden birisi, içerideki dönmeyen bu çarkı idame ettirecek yeni hayat damarları bulmaktır.

ABD, KARTONDAN KALE

Amerika, büyük Ortadoğu projesini gerçekleştirmek için Irak’a müdahale etmiştir. İsrail buna yardımcı olmuştur. Bu zihniyetin iki ortağı daha vardır, biri silah tüccarları, diğeri petrol devleri. Koskoca Irak savaşının arkasında bile petrol ve silah gibi iki tane ekonomik neden var. Niçin? Çünkü içeride tekerlek dönmediği için. İçeride güçlü bir orta direği oluşturamadığı için.

Necip Fazıl’ın çok güzel bir tabiri vardır, ‘kartondan kale’ diyordu. Kartondan bir kale görüyoruz karşımızda ve o kale sürekli kendi gücünü göstermek için sürekli korkutuyor. Amerika milletinin de, İsrail milletinin de hayrına olacak, kurtuluşlarına vesile olacak sözü ortaya koyabilecek güce sahibiz. Bu anlamda barışın olmasını istiyoruz. Ama tabi öncelikle kendi içinde barışa kavuşacaksın.



BU COĞRAFYADA DÜŞMANLARIMIZIN HİMMETİYLE YAŞAYAMAYIZ

Demircan: Bu coğrafyada düşmanlarımızın himmetiyle yaşayamayız. Bu coğrafya böyle bir coğrafyadır. Kendi gücünüzle yaşarsınız. Gücünüze güvenmek zorundasınız. Acaba şunu yaparlar mı falanla olmaz. O zaman bitmiştir işiniz.

-BM’nin İran’a yaptırım kararını ‘hayır’ dedi, Türkiye, bu anlamda önemli bir adım değil mi?

Demircan: Öyle de değilmiş ama. Biz öyle olmasını istedik, tebrik de ettik. Ama öyle değilmiş. Obama’nın bilgisi dahilinde ‘hayır’ denilmiş.

Kurtulmuş: Biz Obama’dan hep şunu ümit ettik, Bush yönetimi gibi olmaz, yeni bir değişiklik yapar. Ama yanılmışız. Büyük Ortadoğu projesinin merkez üssünü Irak’tan Afganistan’a çevirmesi ile bunu ortaya koydu. Türkiye’nin her halükarda çok ciddi şekilde barışın savunucusu olması lazım ve barışın araçlarını ortaya koyması lazım. İran’la yeni bir kavga açılması mı bölge için dünya için hayırlıdır, yoksa İran’ın masada tutulması mı? Herhalde İran’ın masada tutulması. Nitekim Türkiye bunun gereğini yapmış, İran’a yaptırıma ‘hayır’ demiştir. Bir vebalden kurtulmuştur.

-Türkiye'de her liderin siyasete atılmadan önce ABD'den icazet almak zorunda olduğu görüşünü dillendirenler var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Ben böyle bir algının var olmasını bile büyük bir zül kabul ediyorum. Evet siyasetçi dünya dengelerini bilecek. Rusya’da, Amerika’da ne oluyor bilecek. Bu anlamda kendi perspektifine göre, kendi medeniyet algısına göre dünyadaki bütün olayları değerlendirecek. Dünyanın bütün ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirecek. Eyvallah. Bunlar tamam. Ama kalkar şunu ön kabul olarak görürsek, ‘ben Amerika’dan bilmem kimden izin almadan, icazet almadan olmaz’. Bu bir kere bu milletin geçmişine, tarihine haksızlık olur. Ben gittiğim yerlerde soruyorum, ‘700 yıllık köyü olan var mı, 1000 yıllık köyü olan var mı?’ Bazı yerlerde ‘bizim köyümüzün geçmişi 2000 yıllık’ cevabıyla karşılaşıyorum. Bu topraklarda binlerce sene büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan bir milletin çocuklarıyız. Aynı soruyu gidip Amerika’da sorsanız, birkaç tane kızıldereli belki el kaldırır, fakat onlar da zaten asimile olmuş garibanlardır. Biz ise çok değil bundan iki asır evvel o günkü adıyla cihan devletiydi, bugünkü adıyla küresel güçlerinden birisiydi.

KARARLI MİLLET, GÜÇLÜ DEVLET

-Saadet Partisi ile AK Parti’nin devlete bakışında bir fark var mı? Varsa nedir bu?


Türkiye’nin yüksek bir savunma sanayine ihtiyacı vardır. Ama TSK asla içeride bir politikanın aracı olmayacak. Biz Saadet Partisi olarak TSK’dan Merkez Bankası’na, HSYK’dan MGK’ya kadar Türkiye’de bütün bürokratik oligarşik adacıkların düzenlenerek, millet denetimine verilmesinden yanayız. Bu çerçevede Saadet Partisi Türkiye’nin en milletçi partisidir. AK Parti ise bu konularda 8 yıldır yapıyormuş gibi yapıp ama aslında mevcut statükoyu devam ettiren bir partidir. Statükonun bu anlamda değişmesini sağlayacak ne yapılmıştır? Tam tersine ekonomi de bütünüyle milletin denetiminden alınıp devletin denetimine verilmiştir. Bu anlamda daha devletçi bir politika ortaya koymuştur. AK Parti iktidarının devletçi olmayıp, bu devletin yapısını değiştirmeye çalıştığı bir ilizyondur. Böyle bir niyetleri olsa bile sonuç bu değil.

Biz diyoruz ki, kararlı millet, güçlü devlet.




ÖZELLEŞTİRME İDEOLOJİ DEĞİL, ARAÇTIR

-Hükümetin özelleştirme politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özelleştirme yada kamulaştırma bunlar ideoloji değil, ekonomik araçtır. Ve herhangi bir ülkede dönemin şartları gerektirir özelleştirme yapılır, gerektirir kamulaştırma yapılır. Bu hükümet ve öncekiler ise maalesef özelleştirmeyi bir ideoloji olarak algılamıştır. Özelleştirme dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman ideoloji olmamıştır. Biz özelleştirmeden yana olmazsak gerici oluruz, çağdışı oluruz. Aman bu dünyanın şartlarına ayak uyduralım. Bu yanlış. Bir iktisatçı olarak söylüyorum, 2030 yılında belki çok liberal ekonomilere sahip ülkelerde bile kamulaştırmadan bahsedecek. Bugün bile mesela bankalar kamulaştırılıyor, Temel yanılgı burada. Özelleştirmeyi bir ideoloji değil araç olarak görürseniz bunu milletin menfaatleri için kullanabilirsiniz. Bakıyorsunuz, Türkiye’deki özelleştirme politikası fevkalade yanlıştır, hatalıdır. Ben sonuca bakıyorum. Türkiye’nin şimdiye kadarki tüm özelleştirmelerinden elde ettiği para 50 milyar dolardır. Bu 50 milyar dolar Türkiye’nin bir yıllık iç borç faiz ödemesi kadar bile değildir. Bu şuna benziyor. Kötü bir evlat gibi, babasından kalan eldeki güzel eşyaları satıyor ve o ayki içki masrafını karşılıyor. Türkiye maalesef böyle bir özelleştirme yapıyor. Bu üçüncü dünya hastalığıdır. Yıllar evvel İslamabad’a gittik, dikkatimizi çekti: Kocaman bir bina. Ne kadar güzel bir bina diye düşündük, baktık ki bu kocaman bina özelleştirme idaresi binası. Türkiye’de de aynı şey geçerlidir.

-Efendim çok teşekkür ediyoruz. Son olarak sitemizle ilgili düşüncelerinizi almak isteriz.

Vakit buldukça internetten haberleri takip ediyorum. Habervaktim’i izliyorum. Kısa sürede çok büyük yol aldığınızı görüyorum. Bu kısa sürede yakalanan bir başarı var ortada. Demek ki iyi yönetilen bir site. Tebrik ediyorum. Allah başarılarınızı daim etsin.

-Teşekkür ediyoruz Sayın Kurtulmuş.

HABERVAKTİM ÖZEL-

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.