Din ve devlet birbirinden ayrılamaz!

Din ve devlet birbirinden ayrılamaz!

İstihare değil, istişare!

Camiyle aranız nasıl? Camiye devam ediyor musunuz? Hangi camiye, niçin?

Eski deyimle “efradını cami ağyarını mani” tanımlamasına uygun bütün camilerle aram iyidir. Çünkü dağıtıcı değil toparlayıcı bir iman manzumesine mensubum. Muhalif değil muvafık bir insanım. Fıtrata, tabiata, evrendeki ve levhi mahfuzdaki metluv ve gayrı metluv bütün ayetlere denk düşene muhalefet etmek ancak şeytani bir mantığın işidir. Ben onlarla muvafık düşmeyi yeğlerim.

Amma velâkin!

Bugün ahalinin adına cami diyerek, yalnızca namaz(!) kıldıkları, hatta bazen içerisinde ‘dünya kelamı’ konuşmayı yasakladıkları mabetlerse maksadınız, orada biraz düşünmeye ihtiyaç vardır. İlahi Kelam, Allah Resulünün mescitlerinden söz eder. Orası Müslümanların bütün gündelik işlerini icra ettikleri mekândır. Dinlerini beşerileştiren Hıristiyan ve Yahudiler gibi, içerisinde salt kimi ayin ve törenlerin yapıldığı mabetlere benzemez. Çünkü mabetler birer ayin ve tören salonlarıdır yalnızca. Otoritesi de Allah değil ruhbanlardır. Bir kere bizde ruhban, yani Allah ile kul arasında hiç kimse yoktur. Mescitlerde evet, elbet namaz da kılınmaktaydı. Bununla birlikte yabancı elçiler orada ağırlanır hatta yatırılırdı. Bütün hukuki muameleler orada görülürdü, bir nevi adliyeydi Allah Resulünün mescidi. Orduya talimat verilir, yemek yenir, istişareler (istihare değil) orada yapılırdı.

Cami inşasında Peygamberin sünneti…

Bakınız illa mabet yahut ibadethane ismi kullanılacaksa bilinmelidir ki müminlerin yatak odası, yemek odası, işyerleri de esasen birer ibadethanedir. Çünkü müminlerin meşru bütün işleri Allah’a kulluk şuuru taşıdığından her biri birer ibadettir. Allah Resulünün salt namaz kılmak maksadıyla inşa ettirdiği bir mabet yoktur. Osmanlının Bursa’da inşa ettiği ilk mescitleri incelediğiniz vakit de bu Peygamber sünnetini görmeniz mümkündür. Muradiye’de, Hüdavendigâr’da, Çelebi Mehmet’te, Orhan Camii’nde bulunan muhtelif odalar, cami içerisinde namaz haricindeki işlerin görüldüğü yerlerdi. Kimisinde Sultan (üst katta) kimisinde vezir ve diğer görevliler oturur, ahalinin müşkülünü çözerdi. Din, devlet ayrımı gibi garabet bir telakki yoktu. Din de orada devlet de oradaydı. Allah Resulü ile O’nun ilk dört halifesi dönemindeki mescitler de aynı fonksiyona sahipti. Nitekim herkesin rahatlıkla girebildiği, umuma açık mekânlarda devleti yönettiklerinden Ömer, Osman ve Ali bu mekânlarda şehid edildiler.

Müslüman nüfusun çoğalmaya yüz tuttuğu dönemlerde ise sultanlar, Cuma mescitleri inşa ettiler. Önceleri Cuma namazları sünnete uygun kılındığından, bir şehirde sadece bir yerde ve bölgenin en yüksek mülki amiri tarafından kıldırılan bu siyasi namaz, elbet en büyük camide kılınmalıydı. Nitekim Orhan Camii varken hemen yakınına Ulu cami’nin inşası böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Sanırım “hangi cami” sorusuna uzun bir cevap oldu.

Mustafa Akkad’ın bir filminde…

Hangi camide namaz kılmak isterdiniz, niçin?

Dedim ya “efradını cami ağyarını mani” bütün camilerde bulunmak (elbet aynı zamanda namaz da kılmak) isterim. Yeter ki bana namazı kıldıracak kişi, benim gibi düşünmeyenler tarafından tayin edilip maaşa bağlanmış olmasın; onu kendim seçmek yahut seçiminde bulunmak isterim. Çünkü bir toplu namazı görevli memur değil, toplanan ahalinin en faziletlisi, en bilgesi, en öne düşmeye ehil olanı kıldırırsa o namaz insanın içine siner. Gerisi yasak savmak gibi görünür bana.

En güzel ezanı hangi camiden duyuyorsunuz? Bu sizi nasıl etkiliyor?

Mustafa Akkad’ın filminde bir bahçe duvarının üzerine çıkarak ezan okurken tasvir edilen Bilal’in sesi, vücut dili, tavrı beni bir hayli etkilemiştir. Sanatkâr orada, asla bağırmıyor yalnızca çağırıyordu. Bağırmak ile çağırmak arasında belki ince bir çizgi var. Ben ardından bağırılan biri olmak istemem. İnsan şahsiyetinin ancak çağırılan birisi olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü sadece hayvanlara (özellikle de merkebe) bağırmak münasiptir.

“Malatya’da Sıtma Pınarı Camii’nde…”

Salâtı ikame ettiğiniz camilerle ilgili hatıralarınız var mı? Anlatır mısınız?

Malatya’da Sıtma Pınarı Camii’nde Hafız Abdulkadir adlı İstanbullu bir hocadan Kur’an dersleri almaya giderdim. Elbet vakit namazlarını da orada kılardık. Hoca, babamın yakın ahbabıydı. Benim Türkçe diksiyonumu çok beğendiğini söylerdi. Bu kenar mahallenin diğer çocukları, İstanbullu hocanın karşısında Türkçenin kaşını gözünü kırdıklarından hoca onlara çok kızardı. Dillerini düzeltmeye çalışır bunu başaramayınca da hayli sinirlenirdi. Çoğu köylü çocuğuydu bunların, kimisi Kürt’tü. Ne var ki o tarihlerde köylülerin ve Kürtlerin de insan olduğunu, bir şahsiyetlerinin bulunacağını kim kabulleniyordu ki? Ben o arkadaşlarımın gizli saklı acılarını ve sancılarını bir ömür yüreğimde hissetmişimdir. İstanbullu hoca Yeni İstiklal mecmuası okurdu. Mecmuadaki kimi yazı ve şiirleri bana sesli okutarak öteki arkadaşlarımın dinlemesini sağlardı. Bir cami içerisindeki en trajik hatıram budur.

En son bir yazarı (şairi, yahut başka bir kanaat önderini) hangi camide gördünüz?

Bir ay kadar önce Harput Kurşunlu Camiinde resmi görevli imamın arkasında bir ikindi namazı kıldım. Namazdan sonraki tanışma merasiminde Midyatlı bir Arap olan bu zatın, şirkten arınmış sahih bir iman sahibi olduğunu öğrenince öyle sevinmiştim ki. Bize Kur’an-ı Kerim’i makamla okumanın yanlışlığı üzerine uzun bir söylev çekti. Hani denir ya ‘çiçeklerim yarıldı’ diye, maaşlı bir memurdan bunları işitince sahiden çiçeklerim yarıldı. Orada rastladığım yazar ve şair kimdi dersiniz; kendim miydim yoksa? Kendime bir camide rastlamak müthiş güzel bir şey; çünkü o kadar az cami var ki.

“Sahici derslerin verildiği cami varsa…”

Cami derslerine katıldınız mı? Katılmak ister misiniz?

Hangi camide olursa olsun, sahici bir ders var da ben gitmiyorsam, vay bana. Ancak peşin söylüyorum mevzu hadislerle sözlerini süslemeye çalışan efsaneci ve masalcılardan, menkıbe üreticilerinden, kıssa anlatarak hisse almak yerine kıssanın hikâyesi içerisinde boğulup kalanlardan alacağım ne var benim? Sahte ve zoraki ağlamalar ve kahkahalarla ne işimiz olabilir? Onların arasına siz söyleyin nasıl katılayım?

Camide kitap okumaya ne dersiniz? Hangi eserler camide okunmak için uygundur?

Tevhid ve adaleti zedelemeyen, emri bil maruf ve nehyi anil münkeri önceleyen bütün ulvi kitaplar her yerde ve elbet camide de okunur, okunmalıdır. Ben dini kitap diye bir ayrım tanımıyorum. Bu bakımdan kitabın alanı değildir önemli olan. Roman, şiir, hikâye hepsi okunabilir, yeter ki ulvi bir maksadı haiz bulunsun, insanların karşısına süfli bir hayat önerisiyle çıkmasın.

“Mescid-i Dırar”

Cami bağlamında özellikle dile getirmek istediğiniz başka hususlar var mı?

Her sakallıyı hoca, her Arapça yazıyı kutsal, her kubbeli yapıyı cami sananlardan olmamak için, Müslümanların tarihinde “mescid-i dırar” diye bir cami denemesi bulunduğu asla unutulmamalıdır. Cami, eğer Müslümanların toplandığı bir mekân ise orası asla bir tapınak değildir. İçerisinde ayinlerin, törenlerin döndüğü tapınaklarla cami arasında muazzam farklar bulunmaktadır. Toplanıp bütün meşru ve toplu işlerimizi gördüğümüz her temiz mekân biz müminlerin camisidir. Elbette bir takım özel yapılara ihtiyaç olacaktır. O yapılar ise mimari esprisinden tutun da tabiat ile arasındaki uyuma kadar her yönüyle Müslüman idrakin evrensel bakış açısını yansıtmalı, dağıtıcı değil toparlayıcı, fırkalardan, meşrep ve mezheplerden bağımsız ve topyekûn kucaklayıcı bir işleve sahip bulunmalıdır. Söz gelimi kimi Müslümanların halen bugün bile aynı camide, aynı vakit namazını, biri Hanifi öteki Şafii, iki ayrı namaz kıldırma memurunun arkasında kılmayı sürdürüyor olmaları, bana cami hususunda en ziyade dokunan, acı veren bir husustur. Şam’da Emeviye, Diyarbakır’da Ulu Cami tipik birer örnektir. Ayrıca neden bazı camiler Caferi camisidir mesela? Bunları söylemeden geçemezdim, kim benimle aynı kaygıları paylaşır, kim?

dünyabizim

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.