Kızı Mustafa İslamoğlu'nu anlattı

Kızı Mustafa İslamoğlu'nu anlattı

Bir evladın en zor cümleleri babası hakkında olanlarıdır sanıyorum. Cümlelere sığmayacak kadar sevgi dolu olan bir baba için ne söylenebilir ki güzellikten başka. İnsan babasını veya annesini seçemez. Babamı seçme ihtimalim olsaydı yine babam, ille de babam derdim.

İnsanın en zorlandığı ifadeler sevdiği birini anlatırken kullandığı ifadelerdir. Bu yüzden sevgi yazdıkça tükenen değil, harcadıkça çoğalan bir sermayedir. Tıpkı benim babamı yazmamın da bu metne sığmayacak kadar büyük ve derin olması gibi.

Çevremizde örnek alabileceğimiz modeller gittikçe azalıyor. Kalabalık yığınların arasında kaybolan gençliğin örnek aile modelleri yok denecek kadar az. Gençlerin zihinlerindeki modeller yaşanılabilir bir hayatın içinden çok, onları hayattan koparan, sınırsızlığı hayatın tek anlamı yapan, günahı hayatın merkezine koyan modeller. Bu yüzden her bireyin görevi bulunduğu toplumda rolmodel olmak, olamıyorsa, modeller bulup onları örnek almaktır. Bizlerin modelleri ümmetin geleceğinde rolü olan âlimlerdir. Onlar bu ümmete Allah’ın ikramıdır. Kimisi o ilimden bir yudum içebilmek için bir ömür çalışır. Kimisi o denizin içinde doğar. Ben kendisini o denizin içinde bulanlardanım. Bu da Rabbimin bana ikramıdır. Bu sebeple büyüğüm, ağabeyim, hocam, üstadım, babam olan Mustafa İslamoğlu’nu, bir de kızının gözünden okumak; önce kendime, sonra uzaktan imrenenlere dua olur temennisiyle yazmaya başladım.

Kendisi tek bir kategoride değerlendirilemez kuşkusuz. Benim için; bir baba olarak Mustafa İslamoğlu, bir âlim olarak Mustafa İslamoğlu ilk iki önceliktir. Bir genç kızın önündeki en iyi erkek modeli babasıdır bana göre. Bu da benim gözümde onu, annemin eşi olarak Mustafa İslamoğlu kısmına sokar ki, bu da üçüncü kategoridir.

Nasıl bir baba?

‘Sevgiyle büyütülen çocuk sevgi, umut ve hayat dolu bir insan olur, sevgisiz yetiştirilen bir çocuk ise nefret, kin ve intikam hisleriyle dolu olur. Aile çocuğa verdiği sevgiyi bir sadaka, hem de sadakaların en güzeli bilmek zorundadır. Sevgi ile terbiye terbiyelerin en güzelidir ve “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak”tır.’ Tavsiyeler-Mustafa İslamoğlu

Rolmodel olarak tek örneğim, ağabeyim, arkadaşım, hocam. Bir baba her şey olabilir mi, elbette olabilir. Babalar yalnız babalıkla değil, şahsiyeti ve kişiliğiyle örnektir. Bir babayı, baba olarak örnek alanlar babalıkla sınırlar aldıklarını, babalığını değil şahsiyetini örnek olarak alanlar ise, cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin, hayatın her alanına taşırlar aldıkları öğretileri. Bu anlamda uygulanabilir bir modellik, onu gözümde hem hocam, hem babam yapan öncelikli ilkedir. Aile içi rolünden kaynaklanan babalığının yanı sıra, çok nadir babada gördüğüm güzellikleri, ben kendisinden öğrendim. Babam biten çayımızı dolduran, ev işlerinde yardım eden, bizimle oyun oynayan, gülen, ağlayan, dertlenen bir babadır. Bununla erkeklik değil, ahlaki güzellikleri öğretir bize. Cinsiyetinin ve babalığının önünde benim hocamdır babam. Hayatın kendisini onunla okumak hiçbir kitabı okumaya benzemez. Bir sorumluluğu canın istemediği halde yapmayı, bir yemeği hoşuna gitmediği halde yemeyi biz babamızdan öğrendik. İnsan her istediğini yapan değil, istemediği halde sorumluluklarını terk etmeyendir. Babalık demek bu yüzden bende çok daha derin anlamlar buluyor. Daha hayattan ve kalıcı başka bir örneğe gerek var mı bunun üzerine bilemiyorum.

Düzenli, tertipli, planlı, sabırlı, disiplinli bir baba

Okumak onun için vazgeçilmez bir eylem. Bize ‘çocuklar okumadan nasıl duruyorsunuz?’ diye sorduğunda, aynı soruya ben de kendi kendime sormaya başlamıştım. "Bana bir okuma listesi yapar mısın?" diye kendisine başvurduğumda, gençliğinde okuduğu tüm seri kitapları önüme yığıp, ‘Önce bunları bitirmen gerekir!’ demişti. O gün bugündür hala bitiremedim o kitapları. Babam odasında her daim çalışır, evde çalışmak için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu yüzden daima sessiz ve gürültüsüz bir ortam sağlanır. Tabii ki bu annemin desteğiyle olur. Bu konuda babamın çok müsamahakar bir baba olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Beş kardeş aynı evde iken sessiz bir ortam tahayyül etmek mümkün olmasa gerek. Evde onun varlığı her an işe gitmeyip evde olan bir babanın varlığı gibi değil. O evimizin bir parçası gibi. O olmadığı zaman yemeğimizin tadı, sohbetimizin derinliği olmaz. O birkaç gün seyahate gitse ev sessizleşir, soğuklaşır, ya başına bir şey gelirse korkusu sarar beni. Evin büyük kızı olarak annemin yokluğunda annelik görevini ben üstlenirim. Böylece ‘küçük anne’ unvanı takılır bana. Babam çocuklarına 'Hatice abla', 'Sami abi' diye hitab eder. Böylelikle aramızdaki mesafe kalkar. Abla ve ağabey oluruz birbirimize. Sofraların dışında babamızla çok fazla vakit geçiremeyiz. Bu yüzden sofraların berekete, muhabbetin müebbete dönüştüğü bir ortam oluşuverir evde. Hepimizi sofrada görmek ister babam. Karnımız tok olsa bile otururuz. Birlikten bereket doğar ilkesiyle muhabbeti paylaşırız. Kahvaltılarda Kur’an’dan bir ayet okuruz. Bu bizim evimizin geleneğidir. Gelen misafirlerimize çayın yanında, bir ayet ve onun tefsirini paylaşırız. Soframızdan kalkan hem bedenen hem ruhen doymuş olarak kalkar. Bu yüzden onunla yemek sofrası dünyanın en güzel ziyafetlerinden daha güzel gelir bana.

Namaz evde cemaatle kılınır

Yüreği çok yufkadır babamın. Her hangi bir coğrafyada olan bir acı, bir yıkım, bir yetim onu ağlatır. Yetimin halinden en iyi bir yetim bir öksüz anlar, çünkü babam da annesiz büyümüştür. Bazen öyle olur ki etkisinde kaldığı olaylar, onu yemeden içmeden uzaklaştırır. Bir kaç yıl önce, bir arkadaşımın vefatı üzerine üzüntüme ortak olup benimle gözyaşı dökmesi, babamın içimdeki sevgisini bir kat daha arttırmıştı. O bir babadan daha ötesidir benim için. Hislidir, hissettiğini hissettirir. Muhabbeti dua olarak geri döner bize. Hayatımızda yankı bulur.

Evimizde akşam namazları cemaatle kılınır. Evin en küçük bireyi de dahil olmak üzere, herkes namazda toplanır. Ramazan teravihleri babamla güzelleşir. Bazen ‘babacığım kısa surelerden oku!’ siparişiyle daha da kısa tutar namazları, bazen de olur ki arkasını döner, kimse kalmamış.

Hatalar ders verir

Hiçbir zaman şahsiyetimizi ezmez. Beşimizle beş ayrı iletişim tekniği vardır. Birimizi diğerimizle kıyaslamaz. Gücendirmez. Hatalarda yanılma payı bırakır. Sorumluluklarımıza çok önem verir. Sorumsuzluğa karşı asla musamahakar değildir. Birimizin görevini yapmadığında bir diğerine yük olacağını söyler çoğu zaman. Kızdığı zaman sebebini söyler. Hatalıysa en küçüğümüzden bile özür diler. Hatadan kaçmayı değil, o hataya tekrar düşmemeyi öğütler. Hatasız olamayacağımızı fakat bunu asgariye indirebileceğimizi örneklerle gösterir. Haklıysa, ‘Bana hak verin’ der. Mutluysa kucaklar, özlediğini, sevdiğini ifade eder. Bizlerin onun melekleri olduğunu söyler bazen.

Âlim bir babanın kızı olmak

‘Sen ilme kendini vermezsen ilim sana zırnığını vermez!’ bu söz babamın bana ilim için uzak bir seyahate gittiğimde verdiği nasihatti. Âlim bir babanın çocuklarına toplum tarafından yapıştırılan damga, baba ile evlatları kıyaslamaktır. Bu yanılgı hem kıyaslayana, hem kıyaslanılan çocuklara zulümdür. Gönül ister ki babalar da âlim doğursun analar gibi. Lakin ilim babadan oğla miras kalan bir şey değildir. Olmayacak da. ’Kızım Fatıma! Nefsini Allah’ın elinden satın al! Vallahi yarın ahrette ben de senin için bir şey yapamam!’ diyen bir peygamberin ümmetiyiz biz. İlim miras bırakılan bir şey olsaydı babam okumamız için üzerimize düşmez; 'benim ilmim hepimize yeter!' derdi. Fakat demedi. İyi ki de demedi.

Mustafa İslamoğlu nasıl okur?

Sadece yaptı. Okuduğu en boş şey gazetedir belki de. Onu okurken bile kitap gibi okur, gazetenin hakkını verir. Tek bir kitap okumaz. Aynı anda farklı konularda birkaç kitabı birden bitirir. Bitirdiği kitapların içerisinden bana uygun olanlarını getirir; ‘Bunu mutlaka oku’ der. Bir bilgiyi kendisinden öğrenmek istediğimizde hiçbir zaman bedavacılığa alıştırmadı bizi. Kaynakları gösterir, kitabın adını söyler, bizim araştırmamızı isterdi. Bilmiyorsa, bilmiyorum demekten asla çekinmezdi. Bir konu hakkında konuşurken iyi bildiğini söyler, bilmediği veya eksik bildiği hakkında ahkam kesmez. Boyumuzdan büyük laflar ettirmez, üç düşünüp bir konuşmamızı tavsiye eder. Herkesin ilmine saygısı vardır. Bir yaprağın, bir böceğin bile ilahi vahiyden bir ayet olduğunu söyler, onları okumayı öğretir. Sanmayın ki bunları bizi karşısına alarak yapar. Hayret makamında olan o, öğrenen bizdik. Bu yüzden hocamız hayatı okurken biz hocamızı okuyorduk.

Odasına girerken izin almak, müsaitse konuşmak, değilse zihnini meşgul etmemek gerektiğini biliyorduk. Babamın çalışma düzenine hayran olmamak elde değil. Geceleri az uyur, gündüzleri bize ve misafirlerine ayırır. Uzun süreli çalışmalarında dinlenmek için yanımıza gelir, uzun soluklu düşündüğü bir ayeti bizimle paylaşır, hep beraber o ayetin yüreğine ineriz. Ben ise babamı anladıkça ne kadar az şey bildiğimi öğrenir, bildiğimden de utanırım.

Ben okulsuz okuyanlardanım. Hayatımda babamdan öğrendiğim iki şey benim için çok kıymetlidir... Azim ve sabır. Bana edebiyatı sevdiren babamdır. Sezai Karakoç, Atilla İlhan, Cahit Zarifoğlu, Mavera, Mektuplar serisi derken bir kütüphane kitaplığım oldu. Kitapları bana sevdiren en büyük etken daha önce onları babamın okumuş olmasıdır. Ona ait olan her kitapta, okunduğu tarih, altlarını çizili satırlar ve yanlarına not düşülmüş yapraklar bulunur. Bu da bende kitap okuma merakı oluşturur. Onun notlarını merak edip ne yazmış diye bakarken kendimi o kitabı okumuş bulurum. Çizilmiş yerleri okumak bana çok ayrı bir zevk verir. Bir süre sonra fark ederim ki babamla aynı yerleri çizmiş, aynı satırları beğenmeye başlamışızdır. Onu anlıyor olmanın mutluluğu, kitaplardan bana kalan çok daha anlamlı bir sayfadır. Bir baba evladına hayatta kalıcı olan neyi bırakır derseniz, ‘Okumak!’ derim... Babamın bana bıraktığı en büyük miras çok geniş manası ile, her şeyi ‘okumaktır’.

‘Yazı sözün gölgesidir.’

‘Arkanda kalıcı bir dua bırakmak istiyorsan bol bol oku ve yaz.’ der. Yazmayı; onun gençliğinde edindiği defterlerindeki notları okuyarak öğrendim. Sadece bir hevesti başlarda. Ve babam fark etmeden yeni bir tohum daha bırakıyordu zihin dünyama. Yazmak..!

İlk şiirime baktı ve, ‘Ben’ dedi, ‘Edebiyatla ilgili okunacak tüm eserleri bitirmeden hiçbir şiir kaleme almadım…’ Ve ben, bu cümleden sonra bir daha kalemi elime almadım. İlme saygı duyanlar, ilimde derinleşenlerden başkası değilmiş. Bunu o zaman öğrendim. Sen ilme kendini verirsen, ilim de sana kendini veriyormuş. Bu gerçeği her zaman kendime söyledim.

Babam dışarıda hocam, evde babamdır. Onu dışarıdan bir hayranı gibi takip eder, derslerinde defterler dolusu notlar tutarım. Başkalarına ders anlatırken sorularımın cevabını o sırada alır, uzaktan bir hayranı gibi onun resimlerini biriktirir, internetten Cuma hutbelerini takip eder, Esma’ul-Hüsnâ derslerini Hilal Tv aracılığı ile herkes gibi izlerim. Bizim kendisini izlememiz çok hoşuna gider. Eve geldiğinde ‘Nasıldı?’ diye sorar. Eğer izlememişsek üzülür. Bazen bizimle o haftanın hutbe konusu üzerine konuşur, bazen de konuştuğumuz konu o haftanın hutbesine yansır. Bazen, ders konularını o belirler. Bazen olur, evdeki gündem o haftanın ders konusu olur. Bizim evimiz de küçük bir meclis gibidir. Babam İç İşleri Bakanı, annem Dış İşleri Bakanı’dır. Babamın çalışıyor olmasından ötürü, dışarı işlerini annemiz halleder. Babam kendi çocukları üzerinden ailelerin sıkıntılarını, toplumun sorunlarını dinler. Çevremizdeki aileleri ve çocuklarını gözlemler. Aileye her şeyden çok daha fazla önem verir. Çocuklarını sevgi ve ilgi delisi yapan ailelere çok kızar. Dengeli ailelerin; içindeki gündemi Kur’an’ın oluşturduğu aileler olduğunu düşünür. Gündemimizi dinç ve diri tutmak için babamla sohbet etmek yeterli olur. Bu da bizim hayatımıza bereket olarak yansır.

Annemin eşi olarak babam

Annem deyince aklıma gelen tek kavram vardır: Fedakarlık..

İkisi de annesiz büyümüş iki ayrı dünya ve onları bir araya getiren ilahi senaryo. Tarihte İslam’a baş koymuş bütün dava insanları düzgün ve düzenli bir aileye sahip olamamışlardır. Bir ömür işkence, sürgün, acı ve ayrılıkla geçmiştir ömürleri. Şüphesiz bu yol zor, çileli, fedakarlık isteyen bir yol. Davasını dert edinenin Allah özel dertlerini satın almaz mı? Elbette alır.

Büyük şahsiyetlerin arkasında da büyük kadınlar vardır. Eğer örnek bir aile rehberi aranıyorsa, bu rehber Kur’an’dır. Bu rehberliğin yetiştirdiği yuvalar Dar’ul-Erkam’larda büyümüş evlatların kurduğu yuvalardır. Kimliğin, statünün bir kenara bırakılıp şahsiyetin ön plana çıktığı yuvalardır. Benim annem ilkokul mezunudur. Bunu kendisi de, ben de gururla söyleriz.

O babamın ilk talebesi, bizim ilk öğretmenimizdir. O Kur’an’ın talebesi, babamın annesidir.

Bir kadın illa da bir kariyer arıyorsa, iki dünyada da kendisine kazanç sağlayacak tek bir kariyer biliyorum. O da anneliktir. Babamı örnek baba ve eş yapan en önemli faktör, annemin anneliğini ve eşliğini çok iyi yapıyor olmasıdır. Rabbim onların muhabbetlerini müebbet, bizi de o muhabbetin kutlu meyveleri kılsın inşallah.

Şüphesiz dünya nimetlerinin en güzeli, ilim dolu bir yuvada yetişmektir

’Mum dibine ışık vermez.’ demiş atalarımız. Dibindeki ışığı fark etmeyenlere tarihin hiçbir döneminde, peygamberler de dahil ışık verememişlerdir. Şüphesiz hidayet Allah’tandır. Bu Rabbimizin yasasıdır. Benim de herkes gibi duam, o ilim denizinden bir parça olsun faydalanabilecek bir basirete sahip olmaktır. Babamın alim olması bizlerin ahiretini garantilemiyor ne yazık ki. Bilakis hesabımız ve yükümüz çok daha fazla. Her nimetin şükrü kendi cinsindendir. Böyle bir babaya sahip olmanın şükrü, onun gibi bir birey yetiştirmektir. Onun ilminden faydalanmanın şükrü ise, o ilmi aktif iyilikle çoğaltmaktır. Rabbim nimetine nankörlük edenlerden değil, o nimetin şükrünü eda edenlerden kılsın bizleri.

Biz babamızdan razıyız, Rabbim de razı olsun.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.