İskender Pala ile eskimez şiirimiz

İskender Pala ile eskimez şiirimiz

Diş hekiminizin tavsiyesi, İ. Pana; düş hekiminizin tavsiyesi, İ. Pala!

Gördüğünüz/okuduğunuz gibi ben de ilginç başlıklar sunarak bir şekilde okur avcılığına soyunmayı önemseyenler safına katılmış bulunuyorum. Önceleri pek yadırgadığım, hiç tamah etmediğim ve bir şekilde ucundan kıyısından eleştirdiğim bu yolun yolcusu sayılırım artık. Değil mi ki ‘diş’ ile ‘düş’ arasındaki bir tek harf farklılığından kaynaklanan mutluluğu ve bilgiçliği bulmuşum, paylaşmaz olur muyum hiç? Hem sonra, düş gücünüzü diş gücünüz ile sınamaya kalkmak gibi bir niyetiniz varsa eğer, buyurun size fırsat!.. Yalnız, hekimlerden acizane ricam odur ki, şiir bilgisi kıt veya hiç olmayan hastalardan mümkünse iki vizitelik ücret alsınlar!

Bu duruma üzülmeli miyiz?

Şiirin içimize bıraktığı büyük ırmak, yeni seslerle berraklaşıyor her gün yeniden. Yeni sesler, yeni isimler şiirin kıyısında durdukları vakit, içimizde biriken büyük coşku şiirin geleceğine olan inancımızı daha bir berraklaştırıyor. Gün gün üzerimize sinen şiir kokusu, bulunduğumuz her mekânda sıcacık bir iletişim aracı oluyor. Doğrusu, bir zamanlar kıtaları, okyanusları birleştiren aşk kokulu mektuplar, biraz da şiirin varlığıyla hayat buluyordu kendisine. Bilin ki bir ses vereniniz yoksa artık, bir teselli şarkısına dalıp gitmişseniz yalın yürek, mutlaka şiiri küstürdüğünüz saatlere uğramıştır yolunuz. Bilin ki şiirsiz bir sayfa düşmüştür hayata yüreğinizden. Akıp giden ömür ırmağında sürüklenen zaman bir hainlik etmiş, cilveli yüzünü bir an bile olsa çevirivermiştir sizden. Şiir tabiatlı olanlar için bu durum dayanılır şey değildir hani. Ömür kuşunu küstürenler, yürek safında durdukları zaman içinde, şiirin aynasında yıkadıkları yüzlerini bereketi kesilmiş topraklar gibi bırakırlar mı dersiniz? Peki bu duruma üzülmeli miyiz gerçekten?

Söz konusu İskender Pala olunca elbette… ‘Gönülyüzü’müzün berrak sesi İskender Pala, yenilenmiş bir hayat ırmağının yatağını değiştiriyor yıllardır. Unuttuğumuz o efsunkâr nağmeleri, bercesteleri ucundan kıyısından umutlu olanlara mahsus rahatlıkla, içimizin gizli hazineleriyle karışık ücralarında beklettiğimiz pencerelere çarptırıp duruyor ha bire. İyi de yapıyor. Özellikle bahsettiğimiz şiir ırmağının bereketi çekilen gümrah yankısı Divan şiirindeki saklı incileri, yakutları, mercanları, tutkunu olan veya olmayan herkese nezih bir üslupla sunuyor. Umarım şimdi anlaşılmıştır “düş hekiminizin tavsiyesi; İ.Pala” başlığındaki mütebessim ayrıntı. Yani bir yanımızla düş gerçeğini yitirenlere, bu konuda ‘aman’ dileyip çare arayanlara ve dahi ruhunda gezdirdiği hoyratlığı dizginleyemeyenlere bire bir ilaç!

Bir düş ayartmasıdır şiir

Bir zamanlar (şimdi de öyledir ya) şiirin dostu olan şu fakir, uğradığı şiir toprağında çok dostlar, arkadaşlar bulmuştur kendisine. Riyasız, içten ve samimi dostlar… Her birinin modası geçmiş şiir ırmaklarında yıkanırken, tütsülü nefeslerini gurbet akşamlarında içilen acı kahve tadı gibi içine çekmiştir yıllarca. Fakat bugün şiirin seyrine dair aynı tez canlılığı göstermekte biraz zorlanıyor olsam bile, aynı düşüncede değilim. Bu samimi itirafı neden gizleyeyim ki; Bir de bakmışsınız henüz çocuk denebilecek yaşta biri çıkıvermiş karşınıza, elinize tutuşturduğu bir tomar kâğıt içinde şiir diye yazdıklarını değerlendirmenizi ister sizden. Pek sevmedim böylesi ilişkileri, cazip bir havasının olmadığını bilmenizi isterim. Şiir dediğimiz rüyalar atlası, okudukça gelişen, coşkunluğunu riyasız hayatlarda bulan ve ateşîn kanatlar isteyen harikuladelikler alanıdır. Yani bir düş ayartmasıdır şiir. Bizi ayartan düş ikliminin şiir tadını, eskimeyen edebiyatımızın klasiklerini bilmeden, tanımadan sözünü ettiğimiz bu ırmağın engin sularında kulaç atmak isteyen yeni sesler, ne yazık ki kısa bir zaman sonra boğulup gidiyorlar.

Boğulup gidiyorlar çünkü yaşadıkları dünyada yakalandıkları düş mahrumluğu hastalığından kurtulmak gibi asude bir niyetleri yok. Oysa belirtmiştim, İ. Pala’nın bir şekilde reçeteler üzerinde gösterilerek, günde üç öğün tok karnına alınması gerektiğini söylemiştim. Tebessüm etmesi kolay, fakat şiire dair yazılanları okudukça, inanın, sevgilinin ne kaşı, gözü, dudağı; ne de servi boyu, zümrüt saçı aklıma gelmez oluyor. Her tarafından bir kuruluk, bir yavanlık akıyor ki demeyin gitsin… Kızacaklar mutlaka çıkacak olsa da söyleyeyim; şiirimiz pek ferahlık bahşetmez oldu. Üzerinde oturduğumuz kat kat devirlerin aynası gibi duran gizli hazinenin habersiz sahipleri olarak, umutlandığımız ferahlığı, nazenin yüzüne has içtenliği ve eski moda üslupçuluk adına yazılanları bir türlü sindiremez olduk. Evet, bir yerlerde yapılan yanlışın farkına varılması gerekiyor elbet. Baki’lerin, Nedim’lerin, Fuzuli’lerin, Galip’lerin bu topraklar üzerinde yaşadıkları devirlere ait geleneğe işlenmiş ve bir şekilde direniş gösteren naif yüzünü şiire sevdalanmış yüreklere göstermenin zamanı çoktan geçiyor. Klasik bir arzu değil bu hayıflanış. Şiirimizin geleceği adına, gelenekle kurmaya çalıştığımız bağın zayıf halkaları olarak günümüz şiirindeki bir takım eksiklikler adına atılması gereken önemli adımlara ihtiyacımız var. Bereket İ. Pala, eskiyen düş kırıntılarını, çarpıntılarını, hüzünlü fasıllar eşliğinde sönüveren hicazkâr nağmeleri işinin ehillisi olarak bir güzel yerine getiriyor. Yazdıklarını okuyunca anladım; bizim tevarüs edilmemiş asaletimiz edebiyatımızda atıyor. Kaybettiğimiz ve fakat bir türlü hatırlayamadığımız önemli adresler, şifreler, haritalar yazılanlar arasında okuyucusunu, özellikle genç şairleri bekliyor. Yüzyılların birikimiyle kazandığımız kutlu seferlere dair gönülilü erlerden yansıyan kalem ustalığını, geleneğin künhüne vakıf düşünüşleri ve bizim dile gelmeyen Divan şiiri poetikası ile ilgili yazılanları önümüze seriyor.

Düş İşleri Bakanlığı’na doğru

Peki ya diş hekimleri? Onlar diş yeteneği zaafa uğramış ve düş gücünden yoksun dermansızların, aradıkları çareye matuf hazır kıta bekleyen güzel ülkemin önemli sınıfını oluşturmaktadırlar. Gelin görün ki, durum hiç de bildiğiniz gibi ilerlemiyor bu yönüyle. Yani diş ünitesinde geçirilen zamanla düş ünitesinde geçirilen zaman arasında fersah fersah fark var. Peki nasıl olmalı/olacak? Az önce yukarıda sıraladığım tavsiyelere ek olarak Dış İşleri Bakanlığı gibi bir de Düş İşleri Bakanlığı kurulsun! Çünkü düşü olmayanın şiiri de olmaz.

Bugün ‘şiir öldü’ diyenlere katılmamız mümkün mü veya şiirin tıkandığını, modern dünyanın sesi olabilecek şiir(imiz)in bir hoyratlık yaşadığını söyleyebilir miyiz? Yolumuz şiire düşene kadar, yaşadığımız dünyanın ne türlü hayatlar sunduğunu ve bu hayatların bizlere doğurganlık bahşeden kelimeler, cümleler fısıldadığını fark ettiğimiz zaman başlıyor yolculuğumuz. Bu bir yönüyle şiirle aramızda gelişmeye başlayan ‘varlık’ kavramını da yaptığımız yolculuğa haliyle dâhil etmek anlamına geliyor. Doğrusu, şiirin biçimi, şekli yönüyle yapılan tartışmalardan ziyade, şiirsizliğimiz üzerine düşünmeyi tercih ederim.

Evet, şiirsizliğimiz bir lise öğrencisinin edebi ve kültürel seviyesini, şiir karşısındaki şuursuzluğunu ele veren önemli bir işaret taşıyor bugün. Günden güne edebiyattan, yazıdan kopartılan bu gençler, sözüm ona bilgi çağının bize has bir çöplüğü haline gelen/getirilen internet kafelerin çet(e)leşen, anlamsız oyunlarla her biri birer vakit katili haline getirilen gençler, şiirsizliğimizin farkındalar mı dersiniz? Lise eğitiminden sonra, zorunlu olarak edebiyat derslerinde ezberletilen birkaç ‘mısra (şiir değil) kırıntısı’ dışında ne öğreniyorlar, hiç merak ettiniz mi acaba? Edebiyatın bu naif bahçesinde durup, bir soluk bile olsa dinlenmeden gençliğinin en güzel yıllarını heba eden gençlerimiz, şiirin açtığı yolda kör topal dahi olsun mesafe alamıyorlarsa bunun suçlusu veya suçluları kimlerdir acaba?

Düş gücünü bitirenleri anlamak istemiyorum, fakat hekim tavsiyesine kulak verilmesi taraftarıyım. Bu yüzden “düş hekiminizin tavsiyesi; İ. Pala” diyorum!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.