Mahalle baskısı yok sosyal kontrol var

Mahalle baskısı yok sosyal kontrol var

Akit’e açıklamalarda bulunan Sosyolog Prof. Dr. Ali Rıza Abay, “Toplumsal kontrol”, toplumun kendi dinamikleriyle kendi kendini kontrol etmesidir” dedi.

Abay, "Sosyal kontrol ile mahalle baskısını birbirinden ayırmak gerektiğini de söyledi.SÖYLEŞİ: FAHRETTİN DEDEMedyanın her Ramazan ayında nükseden dini konularda tartışma oluşturma rahatsızlığı, geçtiğimiz Ramazan’da da ‘İETT otobüsünde şortlu kıza baskı’ haberleriyle nüksedince ‘mahalle baskısı’ tartışmaları yeniden alevlendi. Prof. Dr. Şerif Mardin’in mahalle baskısı kavramını ortaya attığı 2007 yılından bu yana yaşananları, aradan geçen sürede nelerin değiştiğini ve özellikle Ramazan aylarında bu konunun sıkça gündemde tutulmasını Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Rıza Abay’la konuştuk. Prof. Dr. Abay’a hem mahalle baskısını hem de Türkiye’de sık sık gündem olan diğer sosyolojik tartışmaları sorduk.
“mahalle baskIsI ile ‘sosyal kontrol’ü karIştIrIyoruz”

Sonradan yalan olduğu ortaya çıktı ama geçtiğimiz günlerde şortlu bir kızın otobüste olay çıkarması ‘mahalle baskısı’nı tekrar gündeme getirdi. Mahalle baskısı yeniden mi gündeme geldi?

- Biz Türkiye’de, ‘mahalle baskısı’ ile ‘sosyal kontrol’ü birbirine karıştırıyoruz. Mahalle baskısı ile sosyal-toplumsal kontrol arasında çok ince bir çizgi vardır. Toplumsal kontrol dediğimizde, toplumun kendi dinamikleriyle kendi kendini kontrol etmesini anlıyoruz. Örf, adet, inanç gibi değerler buna yön verir. Toplumsal kontrol, toplumun iyiliğine olan şeyi yaşatır. Toplumun huzuruna hizmet eder. Fakat son 4-5 senedir mahalle baskısı kavramının türediğini gördük. Mahalle baskısı dediğimizde, bir kişinin ya da bir grubun içinde yaşadığı toplumda, o toplumun varlığını tehlikeye düşürmeyecek ancak o toplum tarafından da hoş karşılanmayan bazı davranışları gösterdiğinde o kişiye ya da gruba yaşama hakkının verilmemesi olarak anlamamız gerekir. Burada tümüyle bir ötekileştirme ve dışlanma hatta hayat hakkı tanınmama söz konusudur. Başka bir ifade ile mahalle baskısı oluştuğu zaman insanların son derece doğal haklarını bile karşılayamamaları söz konusu olur. Başka bir ifade ile mahalleden kovulması söz konusudur. Sosyal kontrol ile mahalle baskısını birbirinden ayırmak lazım. Sizin de söylediğiniz, daha sonra da aslının olmadığı anlaşılan benzer olaylarda yaşama hakkının verilmemesi diye bir şey de söz konusu değildir.

“TÜRKİYE’DE İNSANLAR KONTROLÜ KENDİLİĞİNDEN YAPAR”

Ayrıca şunu da biliyoruz ki, bizim kültürümüzde insanlar sosyal kontrolü gerektirecek kurallara kendiliğinden uyarlar. Bakın her ülkede olduğu gibi bizim ülkemizde de içki içenler vardır. Ama o insanların pek çoğu toplumun içinde içki içtiğinin bilinmesini istemezler. Özdenetim devreye girer. İçki satan yerlerde vatandaş, rakı ya da farklı bir alkollü içki aldıysa onu gazete kağıdına sararak götürür. Kaç tane ülkede vardır bu? Bize has bir durumdur. Niçin? Çünkü alkol; sarhoş eden bir şeydir ve haramdır. Onun için camilere, okullara yakın yerlerde meyhane açılmaz. Bu bir mahalle baskısı mıdır? Alakası yok. Toplumsal huzuru bozmamak adına alınmış bir karardır bu, son derece de doğaldır. Bunun yanında şunu da dile getireyim. Bizim toplumumuzun çok kültürlülüğünden bahsedilir ve doğal olarak da oruç tutan da vardır tutmayan da... Ama eskiden beri Ramazan aylarında oruç tutmayan insanlar da saygılarından ötürü ramazan ayında toplum içinde yiyip içmezler gayrimüslimlerin bile bu saygıyı gösterdiğini biliriz. Şu noktaya geliyoruz ki, bizim toplumumuzda var olan sosyal kontroldür, mahalle baskısını oluşturacak bir ortam o yüzden oluşmuyor.

“NEREDE KALDI MAHALLE BASKISI?”

¥ Bu Ramazan’da da yaşadık. Ramazan aylarında oruç tutmayanlara baskı yapıldı haberleri nereden çıkıyor?
- Bunun mutlaka pek çok sebebi var. Birtakım ideolojilere mensup insanlar, kendi ideolojilerini öne çıkarmak için gündem oluşturmak istiyorlar. Güzel bir Ramazan geçirdik. Ramazan ayı zannediyorum bunun için en elverişli zaman dilimi. Çünkü dini hassasiyetler ön plana çıkıyor ve bu ideoloji mensupları bunu baltalamak istiyorlar. Şu sıcak yaz gününde bile oruç tutan insanımızın oranı yüzde 70 civarında... Bu kadar yüksek bir oran söz konusu, çok önemli... Yine bir araştırma sonucunu okudum; oruç tutan da tutmayan da bir baskı hissetmiyor. Nerede kaldı mahalle baskısı? Dikkat ederseniz son yıllarda ‘oruç yüzünden dövüldü’ haberleri de azalıyor.

“SABIR KÖTÜ BİR ŞEY Mİ?”

¥ Bu noktada Hayreddin Karaman Hoca’nın geçtiğimiz haftalarda epey tartışılan "Hoşgörü mü, tahammül mü" başlıklı yazısını sormak istiyorum. Ne dersiniz, hoşgörülü mü olmalıyız, yoksa tahammül mü göstermeliyiz?
- Yine aynı konu etrafında dönüyor tartışmalar... Hoşgörü, hoşunuza gitmeyen, size göre güzel olmayan bir durumu hoş görmenizdir; tahammül ise hoşgörü sınırını aşan sizin toplumsal dinamiklerinizle de örtüşmeyen ancak birlikte yaşamak mecburiyetinden ötürü katlanmanız gereken bir durumu ifade eder. Yani zaman zaman aynı coğrafyada yaşayan insanlar, birbirlerine kimi zaman tahammül ederler, kimi zaman da birbirlerini hoşgörürler. O sebeple hoşgörüyle, tahammül arasında da çok ince bir çizgi var. Hoşgörü, iyimserliği ve tavizi içerir; tahammül ise katlanmayı... Şimdi medyadaki yazarlar, "Tahammülün bir sınırı var. Eeee... Tahammülün sınırı biterse mahalle baskısı başlar" diyorlar... Tahammül, bir yönüyle sabır demektir. Sabır kötü bir şey midir? Birlikte yaşamak istiyorsanız yerine göre hoşgöreceksiniz yerine göre de tahammül göstereceksiniz. Bir toplumda beraber yaşayan insanlar birbirlerini hoşgörürler, birbirlerine tahammül gösterirler. Bunda tartışılacak bir şey yok.“VatandaşlarImIz bir partiye yüzde 50 oranInda oy verdi”

 Peki iktidardaki partinin merkez sağ bir parti olması, mahalle baskısını veya en azından bunun dedikodularını önlüyor mu?

- Şöyle bir tahlil yapalım önce: Demokrasi; sadece çoğunluğun iktidarı değildir, aynı zamanda azınlığın da hakkının korunmasıdır. Vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu kendini muhafazakâr ve demokrat olarak tanımlayan bir partiye yüzde 50 oranında oy verdiler ve iktidar yaptılar. Bu iktidarı bazı kesimler İslamcı ya da ılımlı İslamcı olarak ifade edebilirler. Elbette ki, bu muhafazakar partiye vatandaşların çoğunun oy vererek iktidara getirmesi bir denge unsuru oluşturuyor. Bu durum, hem daha önce dışlanmış ve horlanmış olan muhafazakar kesimi rahatlatıyor; hem de mütedeyyin olmayan kesim için de merkez sağ iktidar bir denge unsurudur. Hem sağdakileri, hem de soldakileri rahatlatıyor. O yüzden zaman zaman nükseden ‘kronik rahatsızlık’ları dengelediği kanaatindeyim.
“imam öğretmenin, öğretmen de imamIn karşItI değildir”
¥ Köy Enstitüleri’nin kurulmasından itibaren konuşulan bir konu olarak Türkiye’nin sosyal hayatında ‘İmam öğretmeni geçti mi’ tartışması önemli bir yer tutuyor... Şimdilerde durum ne? İmamlar mı, öğretmenler mi önde?

- Türkiye’de karşıtları körükleyen, bunları köpürten bir anlayış var. İmamları öğretmenlere, öğretmenleri imamlara karşı tahrik eden bir anlayış dün vardı, bugün de olabilir. Öncelikle imam öğretmenin, öğretmen de imamın karşıtı değildir. Ama karşıt gibi gösterip buradan hareketle kendilerine siyasal rant elde etmek istiyorlar. İmam da öğretmen de tevhid-i tedrisat kanunları çerçevesinde devletin okullarında yetişiyor. Dün ikisi arasında eğitim düzeyi açısından, öğretmenlerin lehine belki bazı farklar vardı ama bugün İmamların pek çoğu üniversite mezunu... Yüksek lisans ve doktora yapanlar var... Son yıllarda İmamlar eğitim açısından belli bir seviyeyi yakaladı... Saygınlıkları ve itibarları da arttı. Belki bu durum fark ediliyor olabilir.
28 Şubat süreci...

Medyanın insana bakışını da konuşmak lazım...
- Medya, Türkiye’de belki de en zor anlaşılan faaliyet alanı... Öyle bir dönem geliyor ki medya hep bir ağızdan aynı şarkıyı söylüyor. Medya patronlarının daha sonradan itiraflarına bakıyorsunuz ki, bütün yaptıklarını belli bir amaç için hatta baskı altında yapmışlar. Özellikle 28 Şubat süreci... Az önce bahsettiğimiz, imamlar-öğretmenler tartışmasında olduğu gibi daha önce merkez medya diye ifade edilen ancak bugün merkezin neresi olduğu tartışılan bir medya ortamı var. Dün çok az sayıda merkezin dışında hatta karşısında görünen az sayıda muhafazakar medya sayabileceğimiz yayın organı-gazete vardı. Tirajları da çok azdı. Anadolu’dan gelen muhafazakar-mütedeyyin kesim, zamanla ekonomik ve eğitim açısından belli bir düzeye gelince toplumu etkilemenin, etkin olmanın yolunun medyadan geçtiğini gördüler ve alternatif bir medya oluştu. Ve zaman içinde medya alanında bir denge oluşmaya başladı. Eskiden bir gazete bir şey yazdığı zaman onun doğru ya da yanlış olduğunu anlayamıyorduk ama bugün muhafazakâr-mütedeyyin çevrelerin çıkardığı medya organları –gazeteler halka çeşitli konularda mukayese imkanı verdi. Medya alanında da kendiliğinden bir denge oluştu. Bir yanlış haber ya da yayın varsa farklı medya grupları birbirlerini kontrol edebiliyorlar . Bu da kendi içinde medyanın otokontrol yapmasını sağlıyor. “Aydın”
tanImı değişti

Medyanın değişiminde ‘aydın ihaneti’ tabirinin rolü nedir?
- Biz hep batı tipi hayat tarzını içselleştiren ve bu durum üzerinden piyasa yapan insanları aydın olarak bilirdik. Ama bugün bir kimseye aydın diyebilmek için hem doğuyu, hem batıyı, hem de bizim kendi kültürümüzü, dinamiklerimizi bilmesi şartını arıyoruz. Tanım değişti, algılama çok daha farklı. Aydın ihaneti kavramının kafamıza yerleştirdiği ‘tek tip aydın’ kavramı değişti. Aydın ihaneti diyerek bir genelleme de yapamayız. Bu durumu medya üzerinden de izlemek mümkündür.Yaşar Nuri Hoca medyatik takIlIyor¥ En son Yaşar Nuri Öztürk’ün geçtiğimiz Ramazan’da da teravih namazıyla ilgili açıklamalarını gördük. Hem sosyolojik hem de din açısından değerlendirmek gerekirse ne dersiniz?

- Elbette farklı görüşler ve düşünceler önemlidir. Ancak konuşurken ve yazarken kime ve kimlere, hangi ortamda ve şartlarda hitap ettiğinizi de hesaba katmalısınız. Konuşmalarınızı kime karşı yapıyorsunuz, ve bu konuşma ne işe yarayacak? Yaşar Nuri Hoca’nın söyledikleri yeni şeyler değil. Zamanla tartışılmış, belli bir görüş birliği ya da ayrışması anlaşılmış ve güncelliği kalmamış konular. Böyle olunca insanların bildikleri, yapageldikleri, uygulayageldikleri şeyler hakkında böyle tartışma konusu oluşturulunca, insanların kafasında bazı soru işaretleri oluşuyor. Bir sorgulama süreci başlıyor. Aslında Yaşar Hoca’nın söyledikleri büsbütün yanlış değildi. Belki bu konuda yer zaman ve üslup konusu tartışılabilir. Ama her şey de her yerde söylenmez. Hoca, biraz medyatik takılıyor. Medya da onu seviyor.‘Şeriat geliyor’ söylemleri
kronik rahatsIzlIk ürünü¥ ‘Şeriat geliyor’ söylemi ne oldu hocam?

- ‘Şeriat geliyor’ söylemleri yıllarca kullanıldı. ‘Kronik bir rahatsızlık’tır bu... ‘Şeriat korkusu’ propagandası yapanlar da ideolojik sebeplerle bunu yapıyorlar ve bu durumdan yararlanarak iktidara gelmeyi ya da iktidarı devşirmeyi amaçlıyorlar. Bilinmelidir ki, halk şeriat deyince dini anlıyor. Ama artık, Türkiye’de iyice anlaşılmıştır ki, dine ve dindara karşı olmakla iktidara gelinememektedir. Bundan ötürü son zamanlarda bazı siyasi partiler de daha önce eleştirdikleri kimi siyasi partilerin yaptıklarını yapmaya başladılar. Bakın solcu ya da sosyal demokrat bir parti, iftar yemeği veriyor... Bu durum aslında olması gerekenin tâ kendisidir... Tabii burada da samimiyet testi devreye giriyor. Bu testi yapacak olan da hiç şüphesiz millettir... Şeriat geliyor söyleminin de tarih olduğu kanaatindeyim...Prof. Dr. Ali Rıza Abay, “Kronik rahatsızlıkların, yüzde 50
desteği olan bir iktidarla dengelendiği kontrol ile mahalle baskısını birbirinden ayırmak lazım. Toplumsal kontrol dediğimizde, toplumun kendi dinamikleriyle kendi kendini kontrol etmesidir. Mahalle baskısında karşıt olana, öteki sayılana hayat hakkı tanınmaması söz konusudur" diyen Sosyolog Prof. Dr. Ali Rıza Abay, "Vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu kendini muhafazakar ve demokrat olarak tanımlayan bir partiye yüzde 50 oranında oy verdiler ve iktidar yaptılar. Bu iktidarı bazı kesimler İslamcı ya da ılımlı İslamcı olarak ifade edebilirler. Elbette ki, bu muhafazakar partiye vatandaşların çoğunun oy vererek iktidara getirmesi bir denge unsuru oluşturuyor. Bu durum, hem daha önce dışlanmış ve horlanmış olan muhafazakar kesimi rahatlatıyor; hem de mütedeyyin olmayan kesim için de merkez sağ iktidarının bir denge unsuru olduğunu gösteriyor. Hem sağdakileri, hem de soldakileri rahatlatıyor. O yüzden zaman zaman nükseden ‘kronik rahatsızlık’ların yüzde 50 desteği olan bir iktidarla dengelendiği kanaatindeyim" diyor.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.