'Evren'le anlaştık, Erbakan'la olmadı'

'Evren'le anlaştık, Erbakan'la olmadı'

9 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı yapan ve Evren, Ecevit, Özal, Erbakan ve Demirel'le çalışan Tayyar Altıkulaç AK Parti'nin de kurucusu. Anılarından çok çarpıcı bölümler paylaştı

Devlet-siyaset-din ilişkilerinin iç yüzünü en iyi bilen isimlerden Altıkulaç, "Biz askere derdimizi anlatabildik ama Erbakan ve ekibine anlatamadık. Onun istediği gibi bir Diyanet olmak mümkün değildi" diyor.

Niye?

Tayyar Altıkulaç, 1971’de Diyanet’e başkan yardımcısı olarak atandı. 1978’de Diyanet İşleri Başkanı oldu. 9 yıl bu görevde kaldı, emekli olarak ayrıldı. Ne askerler, ne sıkıyönetimler, ne başbakanlar gördü. Kenan Evren’le, Erbakan’la, Turgut Özal’la, Süleyman Demirel’le ve Ecevit’le çalıştı. Ufuk Yayınları’ndan 3 cilt olarak çıkan hatıratı ‘Zorlukları Aşarken’, Türkiye’de din-devlet-siyaset ilişkilerinin tarihini ve içyüzünü anlatan müthiş bir kaynak.

12 Eylül sonrası Kenan Evren cumhurbaşkanı olduğunda Diyanet İşleri Başkanı’ydınız. O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?

Kenan Paşa TRT ve MİT gibi kurumlarla yaşadığım zorluklarda çok destek olmuştu. Bunu hatırlıyorum evvela.

Ne olmuştu TRT’yle?

TRT’nin bazı saçmalıklarına karşı Evren benim yanımda yer almıştı. Örneğin TRT’ye göre biz kandillerden önce paket çekimler yapacakmışız. Yani kandil olmayan bir günde, ben camide cemaati toplayacak, “Aziz cemaat…Bugün kandildir” diyecek, konuşma yapacakmışım. Kandil geldiğinde bunları yayımlayacaklarmış.

Saçmaymış gerçekten…Tabii. Cemaati figüran, Diyanet İşleri Başkanı’nı aktör yapmaktı bu. Ben kabul etmedikçe Başbakanlık’tan emir üstüne emir geliyordu. Bir el belli ki bu mevzuyu karıştırmak istiyor. Baktım derdimi anlatamıyorum. Köşk’e çıktım. Kenan Paşa’nın araya girmesiyle bu işi ancak düzene koyabildik.

Bir el karıştırıyor dediniz, kim o?

TRT din yayınlarını kendi yürütmek istiyordu. Böyle yaparak akılları sıra sansür uygulayacak, belki bazı görüntüleri ayıklayacaklardı. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Amiral Erdoğan Yazıcı’nın maiyetinde çalışan bir denizci yüzbaşı varmış. Bütün bu tepkileri bize karşı yönetenin o olduğunu sonra öğrendim. Kandil konusunu halletmeye çalışırken bir yazı daha geldi. Bakanlar Kurulu kararı değiştirilerek 30 bin kişiden fazla kimselerle, 30 yaşından küçük ve 65 yaşından büyüklerin hacca gitmesi önlenecekmiş. Bunu da Evren’e aynı gün anlattım. Ve vazgeçildi.

Öyleyse Evren’le iyi anlaşıyorduk mu diyorsunuz?

Kenan Paşa’nın en iyi tarafı kendisiyle tartışılabilir bir asker olmasıydı. Önce itiraz ederdi, ama sonra ikna olurdu. Yalnız dürüst ve açık olmanız gerekiyordu.

Peki ya Bülend Ulusu?
Ulusu Paşa da dinlerdi. Bir gün Gerze Müftüsü telefon etti. Kaymakamvekili bir astsubay 65 yaşındaki bir imamımızın sakalını kesmesini istemiş, Kılık Kıyafet Yönetmeliği’ne göre. Derhal Ulusu Paşa’yı bilgilendirdim: Onun da çok canı sıkıldı. Sonra gizli tel emriyle din görevlilerine müdahale edilmemesi sağlandı, din görevlileri için özel bir kılık kıyafet yönetmeliği hazırlandı ve önemli ayrıcalıklar getirildi.

Askerin özel olarak dini ve dinin yaşanma biçimlerini yeniden dizayn etmeye çalıştığına tanık oldunuz mu 12 Eylül döneminde?

Dini kurumlara bazı düzenlemeler yapma girişimleri oldu. Örneğin Kuran kurslarıyla ilgili 1. Ordu bir rapor hazırlamış, Bu rapora dayanarak Org. Necdet Öztorun imzasıyla tüm sıkıyönetim komutanlıklarına bir genelge gönderilmişti. Bir Kuran kursu denetiminde öğrencilerin Atatürk’ü iyi tanımadıkları, İstiklal Marşı’nı iyi söyleyemedikleri ileri sürülüyordu. Hemen Öztorun’dan randevu istedim: “Eğer çocuklar Atatürk’ü tanımıyorlarsa sorumlusu Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam Paşa’dır” dedim.

‘1. Ordu bizi yanıltmış’

Öztorun ne dedi?

Dinledi ve ‘1.Ordu bizi yanılttı demek ki’ dedi, sonra da 2. bir genelge ile o genelgeyi işlemden kaldırdı. Biz Diyanet olarak içimize sinmeyen konularda hep karşı görüş belirtmeye çalıştık. İtirazlarımız genelde makul karşılandı. Milli Güvenlik Konseyi’nde bazı albaylar vardı, ikisi Saadet-i Ebediye cemaatine sempatileri olan kimselerdi. Onlardan çok destek gördüm. Bakınız ben askerle sıkıntı yaşadım, ama hepsini de tartışabildim. Şimdi ben ne diyeyim “Bu komutanlar faşistti” mi diyeyim. Diyemem. Diğer ülke sorunları konusundaki yanlışlarını tartışmak da benim görevim değil.

Erbakan döneminde Diyanet İşleri Başkanı olarak sıkıntılar yaşadığınızı okudum hatıratınızda...
Hikâye ben Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olduğum dönemde başlar. Hocanın bir ziyaret vesilesiyle bizim arkadaşlarımızdan bazı istekleri olmuş. “Artık partimizi de kurduk, din camiası olarak bize destek vereceksiniz” demiş.

Bize destek olun derken?

Mesela bizim Özlük İşleri Müdürümüze diyor ki, “Sen bir yere vaiz tayin ederken, Milli Selamet’e ne faydası olur diye düşünerek tayin yapacaksın” yahut da “Vaaz için kürsüye çıktığınızda 5 dakikasında ayet, hadis ne okuyacaksanız okuyun, geri kalan 45 dakika Milli Görüş’ü anlatın.” Yani Milli Selamet Partisi demeyin, ama desteklenmesi gerektiğini dolaylı bir şekilde cemaate anlatın, demek istemiş.

Bu tarz-ı siyaseti nasıl karşılamıştınız?

Çok aykırı bulmuştum. Merhum Erbakan ve takımıyla biz uyuşamadık açıkçası. Yani biz askerlere derdimizi anlatabildik, ama merhum Erbakan’a ve ekibine anlatamadık.

Peki sonra AKP’nin kuruluş döneminde yer aldınız, o dönemde AKP’nin Milli Görüş geleneğinden geliyor olması sizde tereddüt yaratmadı mı?

Çok tartıştık elbette. Fakat sonra siyasetin ufkunda Tayyip Bey’in silueti ortaya çıktı. Sonra Tayyip Bey’le de uzun uzun konuştuk. Milli Selamet üslubuyla ilgili çekincelerimi anlattım. Vardığımız mutabakat üzerine kendisiyle birlikte yeniden siyasette yer almayı kabul ettim.

Bazı Süleymancı görevlilere bir şeyler yaptım

Süleymancılarla aranızdaki sürtüşmenin sebebi nedir?
Ben onlara din hizmetinde yardımlaşalım diye galiba 5 defa girişimde bulundum. Süleymancılara ve Süleymancılığa değil, ama Süleymancı bazı din görevlilerine bir şeyler ve bazı disiplin uygulamaları yaptık.

Nedir?

Amirleri olan müftülerle iyi ilişkiler içinde bulunmuyorlardı. Teftiş raporları ışığında uyarı ve kınama cezaları verdik, yer değişiklikleri uyguladık.

Zannediyorum Kuran kursları politikanız onları rahatsız etti...
Ben göreve başladığımda bin küsur Kuran kursu vardı, görevi bırakırken 4 bin 500 Kuran kursu teslim ettim. Demek ki ihtiyaç olan yerlerde kurs açmışız. 12 Mart 1971 sonrasında Kuran Kursları Yönetmeliği çıkarılmıştı. Bu yönetmelikte şartlardan biri de hangi binada Kuran kursu açılacaksa, o binanın intifa hakkının Diyanet’e verilmesi gerekiyordu. Süleymancılar bunu kabul etmek istemediler. Binanın bazı katlarına müfettişlerimizi bile sokmadılar. Bu yüzden sürtüşmeler oldu. Hatıratımı yazarken tereddüt etmemin en önemli sebeplerinden biri bu türlü geçmiş yaraları kaşımak istemememdi. Bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum o nedenle.

Cemaat ve tarikatlere karşı genel tutumunuzu anlamak için soruyorum. Örneğin Nur cemaatiyle de sıkıntılar yaşamış mıydınız?

Nur veya başka bir cemaatin devlete karşı bir yanlışı var idiyse bunu tespit etmek emniyetin görevidir. Ben devletin polisi filan değilim. Ama fazla miktarda Süleymancı din görevlileri o dönemde Diyanet teşkilatında çalışıyordu. Risale-i Nur hareketine sempati duyanlar yok denecek kadar azdı. Hem onlar sadece benim teşkilatımda değil, diğer bakanlıklarda da vardı. Örneğin Nurcu bir müftümüz vardı, onu Isparta gibi önemli bir yere tayin etmek istemiştik. Evren Paşa kararnameyi imzalamış, ama sonra “İyi ama bu kişi Nurcu, onu önemli bir yere alıyorlar” diye çekincesini belirtmiş. Ben de “Görevinde başarılı biridir. Nur cemaatine olan sempatisi bizi ilgilendirmez” demiştim. Böylece atandı. Sadece Nurcu değil, Süleymancı il müftüleri de vardı. Bilecik ve Sinop müftüleri öyleydi örneğin. Süleymancıdır diye biz onlar hakkında hiçbir işlem yapmayı aklımızdan bile geçirmedik.

Komutanlara modern başörtüsü örnekleri

12 Eylül dönemi Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam, imam hatiplerde başörtüsü sorununu çözmek istediğinden Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e bu konudaki görüşünü sormuş bir yazıyla. Özgüneş’in havale ettiği bu yazı üzerine başörtüsünün laikliğe ve hukuka aykırı bir yanı olmadığını, din ve vicdan özgürlüğü açısından bunu yasaklamanın yanlış olacağını anlatan uzunca bir rapor hazırlayıp sunduk. Dönem askeri dönemdi. Ama “Bize ‘Dinde başörtüsü meselesi yoktur’ diye fetva verecek Diyanet İşleri Başkanı lazım” diyen olmadı. Meşhur 28 Şubat’tan çok sonra, herhalde 2001 yılında yine askerlere başörtüsü konusunu anlatmamız gerektiğini düşünmüş ve İstanbul’daki modacılara modern başörtüsü örnekleri tasarlatmıştım. Bunu günün komutanlarına göstererek bu konunun üzerine gitmemelerini anlatmaya çalışacaktım. Ama ülke gündemine gelen olağanüstü konular ve olaylar yüzünden bunun faydalı olmayacağını düşündüm ve vazgeçtim.

‘Başbakan tezkereye hayır demeyi çirkin bulmuştu’
Oylama öncesi parti grubu toplandı. Başbakan Erdoğan doğal olarak bu tezkereye oy verilmesi gerektiğini anlattı. Toplantıdan çıktık, oylamanın yapılacağı Genel Kurul’a girdik. Ben o gün kendi nefsimle ciddi olarak tartışmıştım. Bir taraftan tezkereye oy vermenin vebali, diğer taraftan hükümetin ve parti yönetiminin düşeceği zor durum söz konusu idi. Ama ben parti yönetiminin esas sorumluluğu taşıdığını ve tezkereye oy verilmemesi durumunda onların sıkıntıya gireceğini düşünerek tezkereye evet dedim. Fakat sonradan iki bakanın hayır dediği bir biçimde öğrenilmişti. Ben de onların kimler olduklarını biliyordum. İsim vermek istemiyorum. Tezkere sonrası yapılan MKYK toplantısında Tayyip Bey Bakanlar Kurulu’nda imzaladıktan sonra Meclis’te tezkereye hayır demenin ‘Son derece çirkin’ olduğunu söyleyivermişti.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.