‘Türkçe ortak dilimiz olsun’

‘Türkçe ortak dilimiz olsun’

Dilin, dünyada ve Türk boyları (halkları) tarafından en çok kullanılan, yaygın ve pratik bir dil olması şart. Böyle bir dil bizde mevcuttur.

Bu dil, Türkiye Türklerinin konuştuğu Oğuz lehçesidir, modern deyimle, “İstanbul Türkçesi”dir. 250 milyon Türk nüfusunun büyük çoğunluğunu Oğuz lehçesinde konuşanlar teşkil etmektedir. Bu nüfus, 74 milyonluk Türkiye başta olmak üzere, Azeriler (İran Azerileri dahil) Türkmenler, Harezimliler (Özbekistan) ve diğer kavimlerle takriben 125 milyona ulaşmaktadır. Türkiye Türkçesi dünyada yaygın kullanılan diller arasında yedinci sırada gelmektedir. Türkiye Türkçesi bugün Amerika, Asya ve Afrika kıtalarında okutulmakta ve öğrenilmektedir. Türk Dünyası için Türk Esperanto’su uydurmamıza hiç lüzum yok. Türk Dünyasının Ortak Dili Türkiye Türkçesi olmalıdır. Bu dilin bütün verileri buna uygundur, müsaittir.
Kendinizi tanıtır mısınız? Muhammed Salih kimdir? Sizin gözünüzde kendinizi tanımlamak isterseniz nasıl tanımlardınız?
- Muhammed Salih, sürgündeki bir derviş. 18 yıldır yurtdışında olan bir politikacı. Bunun nedeni de Özbekistan’daki siyasi baskılar. Oradaki siyasi rejimin baskısı altında oradan çıktık. 18 yıldır yurtdışındayım, sürgündeyim.

TÜRK DÜNYASI ENTEGRASYONU VE ORTAK TÜRK DİLİ


- Sizi tanıma babından, makalelerinizde yer alan “Türk Dünyası Entegrasyonu ve Ortak Türk Dili” hakkında ilginç önerilerinizi bir de sizden duymak istiyoruz. Gazetemiz okurları ile bu konuyu paylaşır mısınız?
- Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türk Dünyası Entegrasyonu’nu başlatmak için büyük bir fırsat doğmuştu, fakat bunu değerlendiremedik. Her yıl düzenlenen Türk Dünyası Kurultayları kültürel ve toplumsal açılardan iyi başlangıçtı, ama bunun ötesine geçmemek, “ABD ne diyecek, Rusya ne diyecek?” gibi endişelerle somut projelerin ortaya konulmaması ve siyasi kararların alınmaması neticesinde, 90’lı yılların başlarında moda olan “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk Dünyası” şiarı (sloganı), bugün neredeyse Türk Entegrasyonu karşıtları tarafından alay edilme noktasına gelmiştir. Biz, Türk Entegrasyonu taraftarları, 90’lı yılların başından beri hep aynı şeyin üzerinde durduk: Bu büyük projenin hayata geçirilmesi şart olan ilk maddesi “Ortak Dil” olmalıdır. Bu dilin en azından şu özellikleri taşıması lazım: 200 milyondan fazla nüfusa sahip Türk Dünyasının tümü konuşabilecek ve birbirini kolay anlayabilecek bir dil. Yaşamımızın bütün sahalarında, ilimde, fende, siyasette, ictimaiyâtta, kültürde, dinde ve kalan bütün cephelerde bireysel ve toplumsal seviyede kendimizi ifade etme kudretine sahip, lugavî açıdan zengin, lingvistik açıdan zarif bir dil. Tabiî ki, bizim bütün lehçelerimiz kendine göre zengin ve zariftir. Azeri lehçesinde yazan Nesimi ve Fuzuli şiirlerini, Kazak lehçesinde yazan Abay ve ozanların dilini, Türkmen’in büyük şairi Mahtumkulu’nun lehçesini, Çağatay (Özbek) lehçesinde yazan Nevaî veya Manas destanının yazıldığı Kırgız lehçesinin zengin ve zarif olmadığını kim söyleyebilir? Fakat “Ortak Dil”in, yukarıda saydığımız faziletlerin dışında da bir özelliğe sahip olması gerekir. Bu dilin, dünyada ve Türk boyları (halkları) tarafından en çok kullanılan, yaygın ve pratik bir dil olması şart. Böyle bir dil bizde mevcuttur. Bu dil Türkiye Türklerinin konuştuğu Oğuz lehçesidir, modern deyimle “İstanbul Türkçesi”dir. 250 milyon Türk nüfusunun büyük çoğunluğunu Oğuz lehçesinde konuşanlar teşkil etmektedir. Bu nüfus 74 milyonluk Türkiye başta olmak üzere, Azeriler (İran Azerileri dahil) Türkmenler, Harezimliler (Özbekistan) ve diğer kavimlerle takriben 125 milyona ulaşmaktadır. Türkiye Türkçesi dünyada yaygın kullanılan diller arasında yedinci sırada gelmektedir. Türkiye Türkçesi bugün Amerika, Asya ve Afrika kıtalarında okutulmakta ve öğrenilmektedir. Türk Dünyası için Türk Esperanto’su uydurmamıza hiç lüzum yok. Türk Dünyasının ortak dili Türkiye Türkçesi olmalıdır. Bu dilin bütün verileri buna uygundur, müsaittir.

ÖZBEKİSTAN ORTA ASYA’NIN YÜREĞİ

- Özbekistan’daki baskılardan söz ettiniz, o zaman şöyle devam edelim. Özbekistan’da neler oluyor? Sizden, bir Özbekistan resmi çizmenizi rica etsek, nasıl bir Özbekistan resmi çizersiniz? Orada neler oluyor?
- Özbekistan, Sovyet dönemindeki onbeş cumhuriyetten biri ve o zamanın kriterlerine göre hem nüfus bakımından, hem demografik bakımdan, hem iktisadi ve altyapı kuruluşları bakımından üçüncü cumhuriyetti. Çok gelişmiş bir ülkeydi. Stratejik açıdan da Orta Asya’nın merkezi, yani yüreği denilebilir. Orta Asya’da anahtar bir ülke. Sovyetler döneminde de önemli cumhuriyetlerden biriydi. Ancak, bugün hâlâ devam eden yanlış siyaset akabinde Özbekistan, o başlangıçtaki bağımsızlık yıllarındaki süreci saymazsak, bugün 20 yılını doldurdu bağımsız olalı, bugün çok kötü bir noktada. Oysa, Sovyetler’den bağımsızlığını elde ettiği günlerde, iyi bir başlangıç için Özbekistan’da her şey mevcuttu. Altyapı, nüfus, ekonomik potansiyel, tabii kaynak, yer altı zenginlikleri, Özbekistan’ın kalkınması için en gerekli şeyler mevcuttu. Bunu mevcut yönetim kullanamadı ve bugün Özbekistan, bölgedeki en yoksul ülkelerden biri maalesef. Bunca zenginliklerine rağmen, bir avuç yönetici elitin dışında bütün halk yoksulluk içinde. Bugün 5 milyondan fazla insanımız yurtdışında iş arıyor ve iktisadi bakımdan yoksul bir ülkeden kaçan kaçaklar olarak dünyaya dağılmış durumda. Nedenlerini de sadece siyasi değil, önemli ölçüde iktisadi olarak değerlendirmek lazım. Siyasi kaçaklar da çok tabiî ki. Binlerce siyasi kaçak var. Ama çoğu, zengin bir ülkenin fakir insanları olarak ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlar. Ayrıca, binlercesi hapislerde çürüyor siyasi nedenlerle. Yani Özbekistan’ın bugünkü manzarası iyi bir manzara değil. Özbekistan, olması gereken yerden çok uzakta bugün.
- Nasıl şu anda Özbekistan? Nasıl olması gerekiyordu? Bunu siyasi olarak, iktisadi olarak, hukuki olarak, insan hakları olarak, çeşitli açılardan değerlendirebilirsiniz. Çok önemli bir şey söylediniz. “Sovyetler Birliği döneminden bağımsızlığını elde ettiğinde iyi bir başlangıç yapmak için bütün altyapı hazırdı” dediniz. Buna rağmen farklı bir manzara çiziyorsunuz bize. Özbekistan nasıl olabilirdi?
- Her şeyden önce, Özbekler çok çalışkan bir millettir. Komşularından farklı olarak, çok çalışkan, çok girişimci, teşebbüs becerisi olan bir millettir. Özbeklerin böyle bir özelliği vardır. Mesela, bugün pazar ekonomisi, serbest ekonomi –ki ben buna kapitalizm demiyorum; ben buna “adil rekabet” diyorum-, bu terminolojiyi çok kullanıyorlar. Bu terminolojiyi hayata geçirebilecek Orta Asya’da bir etnik grup varsa, bu Özbeklerdi. Özbekler potansiyel olarak bunu yapabilirlerdi. Ama bu imkânı vermedi Kerimov, Özbek halkına. Kerimov’un serbest ekonomisi, çetelerin ve mafyanın serbestliği oldu.

“KAPİTALİZM DEĞİL, ADİL REKABET”

- Sizin anladığınız serbest piyasa, “kapitalizm” değil yani. “Adil rekabet” diye ayrı bir tanımlama mı yapıyorsunuz?
- Tanımlama değil de, kapitalizm ibaresi çok eskidi ve çok dar bir manada kullanılıyor. Kapitalizm denilince göz önüne yalan, dolan, sömürge aracı olarak kullanılan bir sistem geliyor. Bir insan kendi ürettiği malı normal satabilmesi lazım. Buna devletin destek olması lazım, köstek değil. Kerimov’da böyle bir şey yok. Bugün çiftçi ürettiği malı satamıyor ve çiftçinin ürünleri, mesela pamuk diyelim, orada kendisi yetiştiriyor, kendisi ürettiği malın kölesi. Bu malın sahibi de devlet, üretici değil. Çiftçi üretiyor, ama devlet onun elinden malını alıyor. Tıpkı Lenin dönemindeki gibi. Sovyet komünizmi döneminde, her şey çiftçinin elinden alınıyor ve ona sadece yemek için para veriliyordu. Aynı politika Özbekistan’da bugün de devam ediyor.

“ÇETELER DEVLETİ ELE GEÇİRMİŞ”

- Yani komünizm fiilen yaşatılıyor mu?
- Evet, aynen öyle. Kısacası üretici, bu şekilde üretmekten menfaattar değil. Hatta, Sovyet döneminde bile biraz olsun serbestlik vardı. Bugün o dönemdeki serbestlik de yok. Özbekistan’da ekonomideki durum bu. Serbest ekonomi yok. Çeteler var. Onlar istediği şeyi özelleştiriyor, kendilerine hususileştiriyor. Kendi aralarında, devletin varlıklarını kendilerine satıyorlar.
- Bu çeteler mafya mı?
- Hayır, hükümetin adamları. Mesela Kerimov’un kızı ve ona yakın haramhor kimseler. Oradaki rüşvetçi, çıkarcı devlet yetkilileri. Bu yolsuzluk çeteleri, özelleştirmenin tepesindeki yetkililerdir her şeyi kendi aralarında özelleştiriyorlar ve istedikleri paraya birbirlerine satıyorlar. Böylece, bir avuç, “oligarklar” dediğimiz zümre ortaya çıkıyor. Rusya’da bunu sadece 1990’lı yılların başlarında yaptılar, ama Özbekistan’da 20 yıldır bu devamlı yapılıyor. Özbekistan’daki yapılanmaya da devlet demek doğru değil. Kerimov’un başçışığında, başkanlığında bir çete var ve o çete devleti ele geçirmiş, devletin tüm imkânlarını kendi adlarına kullanıyorlar. Bu çete üyelerinin bazılarını ‘Bakan’ diye adlandırıyorlar, bazılarını ‘Müdür’ diye. Ama sonuçta bunlar çete üyeleridir. Diğer çetelerle aralarındaki fark, bunlar devlet adına karar alma yetkisine sahip.
¥ YARIN: ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ

ÖZBEKİSTAN’DA TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI-

Son yıllarda Özbekistan’a giden Türk işadamlarının çoğu geri döndü. Bunun nedeni nedir?

- İslam Kerimov Türk işadamlarını ikinci sınıf insanlar olarak görüyor ve davranışları da ona göredir. Kerimov bizzat kendisi TV’ye çıkıp, Türk işadamlarının ürettiği deterjanı göstererek, ürünün ne kadar kalitesiz olduğunu nümayiş edebiliyor ve bununla polis ve kurumlara, Türk işadamlarını teftiş gerekçesiyle talan etmeye sinyal verebiliyor. Özbekistan Gizli Servisi, MHH (Milli Havfsizlik Hizmeti)’nin yayın organı olan ünlü “Uzmetronom” internet sitesinde şunlar yazılıyor: “Geçen yıl Kasım’da Taşkent’te Türkler tarafından inşa edilen ‘Mir Star’ adındaki merkezi süpermarketlerden biri kapatıldı.” Bu merkezi süpermarketin, orada çalışan elemanlarının odasının birinde seccade ve Kur’an-ı Kerim bulunduğu için kapatıldığını söylerseniz size kimse inanmaz. Ama aynen öyledir. Bu olayda ve başka bahanelerle tutuklanan Türkler mali ve iktisadi suçlardan fazla, dini ekstremizm paranoyası kurbanlarıdırlar.

- Türk okulları vardı orada. Bunların durumu nasıl?

- Sadece Türk işadamları değil, hatta Türk liselerinde okuyan Özbek gençler, özellikle Fethullah Gülen’in mekteplerinden mezun olan gençler de Kerimov’un despotizminden nasibini almıştır, almaya devam ediyor. Bugün 100’den fazla Özbek genci “Nurcu” damgasıyla Kerimov’un zindanlarında işkence görmektedir. Onların suçu, iddia ettikleri gibi radikal İslamcı olmaları değil, Gülen mekteplerinde okumuş olmalarıdır. Çünkü Kerimov’un Türk sendromu yeni değildir. Kerimov bağımsızlığına kavuşan Özbekistan’ın başına geldiğinden beri Türkiye ile yıldızı barışmadı. O, 1994 yılında ani bir kararla Türkiye’de okuyan 2 bin 300 Özbek talebesini geri çekmişti. Gözlemciler bu çılgın kararın nedeninin, talabelerin Türkiye’de bulunan Özbek muhalefeti liderlerine destek vermesinden kaynaklandığını yazmışlardı. Bunun üzerine Türk hükümeti, Özbekistan’la ilişkilerini iyileştirmek maksadıyla Özbek muhalif liderlerini Türkiye’den Avrupa’ya gönderdi. Bu liderlerden biri de bendim. Ocak ayında Özbekistan Gizli Servisi MHH (Milli Havfsizlik Hizmeti)’nin yayın organı olan ünlü “Uzmetronom” internet sitesi, (18.01.2001) şöyle yazıyor: “18 Ocak’ta Taşkent’te Ulugbek namındaki uluslararası okul kapatıldı. Bu okul, 1995 yılında Türkiye devleti tarafından, Özbek gençlerine en yüksek seviyede, Batı standartlarına uygun talim vermek bahanesiyle tesis edilmişti.” Ama bu okulu tamamlayan gençlerin birçoğunun bugün Avrupa’nın en iyi üniversitelerinde doktora yapıp, yüksek maaşlı iş yerlerinde çalıştığını Uzmetronom yazmıyor.

“KERİMOV’A KİMSE SESİNİ ÇIKARAMIYOR”

- Sizin Özbekistan Halk Hareketi’ne geçmeden önce, Özbekistan’ın bugünkü ahvalini iyice resmetmek istiyorum. Bize bir Kerimov tipolojisi çizer misiniz? Nasıl bir siyasi, ideolojik, ruhi, psikolojik yapıya sahip? Nasıl bir ruh hali var bu insanın, nasıl bir ideolojik ve siyasi anlayışa sahip?

- Kerimov, klasik tipte bir diktatör. Saddam gibi, Kaddafi gibi, ama onlardan farklı yanları da var tabiî ki. Kerimov 1989’da komünistlerin Özbekistan Komünist Partisi’nin baş katibiydi. O zamanlarına bakarsak, normal bir komünistti. Fazla bir özelliğini, özel bir yeteneğini ya da karakter özelliğini ben size gösteremem. Ancak, bağımsızlık, bu sıradan komünisti diktatöre çevirdi.

- Yani “Kerimov, bağımsızlığı kaldıramadı” diyorsunuz.

- Yok, bağımsızlığı kaldırdı, halkın bağımsızlığını yürürlükten kaldırdı. Özbekistan’da devletin bağımsızlığı, halkın bağımsızlığı değil, tek kişinin bağımsızlığı, yani Kerimov’un bağımsızlığı oldu. Kerimov, devletin bağımsızlığını kendi bağımsızlığına çevirdi. Sovyet dönemindeki nisbi kölelik, Kerimov döneminde total bir köleliğe dönüştü. Hatta bütün alanlarda kölelik bir devlet sistemi halini aldı. İnsanlar, Sovyet döneminde kısmen de olsa konuşabiliyorlardı, tenkit de edebiliyorlardı, şikayet de edebiliyorlardı. Ancak bugün tenkit ve şikayet hapisle sonuçlanıyor ya da başka bir ceza ile karşılanıyor. Bu yüzden hiç kimse ağzını açamıyor, yapılan baskılara karşı, devlete, yani Kerimov’a karşı kimse sesini çıkaramıyor. Anlayacağınız üzere, Kerimov, kendine göre bir devlettir. Zaten Özbekistan’da “devlet” dendiğinde herkesin aklına gelen tek şey Kerimov’dur. Kerimov’un dışında bir şey yoktur.

MUHAMMED SALİH KİMDİR?

Muhammed Salih, 1949’da Harezm eyaletinde doğdu. 1968-1970’de Sovyet Ordusundaki askerlik görevini Çekoslovakya’da yaptı. Burada, meşhur “Prag Baharı”na şahid oldu. 1970’de askerlikten terhis olunca Taşkent Devlet Üniversitesi’ne kabul edildi. 1975’de mezun oldu.

Öğrencilik yıllarında şiir ve tercüme denemeleri yapıyor, o dönemin genç kuşaklarını etkileyen eksiztansiyalizmi inceliyor, J. P. Sartre, A. Camus, F. Kafka gibi ünlü yazarların eserleriyle yoğun olarak ilgileniyordu. Mezuniyet tezini de “Çağdaş Fransız Şiiri” olarak seçmiş, hocaları tezini çok başarılı bulmuşlardı. O yıllarda F. Kafka eserlerini ve XX. yüzyıl Fransız şiirini Özbek Türkçe’sine tercüme etti. 1975-85 yıllarında 7 şiir kitabı yayınlandı. 1982’de “Dede Korkut Kitabı”nı, 86’da Ziya Gökalp’in “Türkçülük’ün Esasları”nı, daha sonra Türkçe’den “Yunus Emre Divanı”nı Özbek Türkçesi’ne çevirdi ve yayınlattı. Özbek şiirinde “Metoforistik Akım” denilen yeni bir ekolun mimarı olan Muhammed Salih, kısa sürede Sovyet aydınlarının tanıdığı bir isim oldu. 1985 Ocak ayında kaleme aldığı, Özbek Milliyetçilerin baş eseri olan “Politbüroya Mektup”u yazdı ve eser bütün SSCB’de büyük etki oluşturdu. Bu sosyal depresyon, onu politikaya iten bir etken oldu.

Özbek gençleri üzerindeki etkisi ona bazı tavizler verilmesini sağladı. 1985’den başlayarak o kendi makalelerinde her cepheden Özbek halkının dertlerini gündeme getirmeye başladı. Mayıs 1988’de Özbekistan Yazarlar Birliği Genel Sekreterliğine seçildi. Aynı yılın Haziran’ında Moskova’da SSCB Yazarlar Birliği Kurultayında, yüksek minberden ilk olarak Sovyetler Birliği’ne sert eleştiriler getirdi. Arkasından Moskova’nın arzusuyla Komünist Partisi üyeliğine davet edildi. Bu daveti reddetti.
1988 yılının Kasım ayında üç arkadaşıyla birlikte o dönemin ilk muhalefet teşkilatı olan “Birlik Halk Hareketi”ni, 1990 Nisan’ında ise “ERK Demokratik Partisi”ni kurdu ve başına geçti. Aynı yıl Özbekistan Parlamentosu’na girdi. Partisi tarafından hazırlanan “Özbekistan’ın Müstakillik Deklarasyonu”nu parlamentoya sundu ve orada aynen kabul edildi. Bu büyük başarıydı. 1991’in Aralık ayında yapılan Cumhurbaşkanlık Seçimlerinde karşı adaydı. Resmi açıklamalara göre seçimden %12.7 oyla çıktı. Seçimlerden hemen sonra partisine baskılar başladı. Parti gazeteleri yasaklandı. Bir süre gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 1993 yılın ilkbaharında, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın davetiyle Türkiye’ye geldi.

Belli bir süre Türkiye’de kaldıktan sonra, Norveç’e gitmek zorunda kaldı. 2002 yılının başlarında Çek Cumhuriyeti’ne yaptığı ziyaret sırasında tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldı. Şu anda, sürgünde yaşamakta ve Özbekistan’ının Kerimov diktatöründen kurtulması için Özbekistan Halk Hareketi adıyla birleşen muhalefet hareketinin başkanlığını yapmaktadır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.