Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Emanet duran kalpak

Emanet duran kalpak

Bazı şeyler emanet gibi durur kimi insanda…

Mesela kalpak bunlardan biridir.

Kalpak kimi liderlere yakışır.

Yakın tarihimizde kalpak giyen kahramanlarımız çoktur.

Sonra kılıç…

Sonra at…

Ata binemeyen ne şehsüvarlar, buyruk çalıp dil altında yuvarlar…

Sonra emirler, buyruklar…

Sonra tevazu…

Sonra fazilet…

Sonra bilgelik…

Bunlar da giyilir mi demeyin… 

Elbise mi ki fazilet, bilgelik filan insanda iğreti dursun?

Öyle demeyin…

Özellikle bilgelik hemen sırıtır yanlış adama giydirirseniz…

Kalpak da öyle…

Sekiz köşeli kasket de…

Tesbih de…

Kalem de…

Kılıç da…

Giydirirsiniz, giydirirsiniz de…

Olmaz bir türlü…

Emanet durur…

Sırıtır…

Yakışmaz.

Yakışanı yapmak lazım…

Oturanı seçmek lazım…

Boşuna mı ölçü alır terzi?

Herkesin bir karakteri var, herkesin bir tarzı…

Bazıları için zorlasanız da kabadayılık oturmaz üzerine…

Bazılarını zorlasanız da bilgeliğin oturmadığı gibi…

Yağlı kafada iğreti duran solgun bordo renkli fes

Bordo bereliler der gibi, bordo bere denir mi ki? Zaten fes rengi demek bordo demektir. Bordo bereli olmaya özenen gençlerimiz de olmadı değil… Fes takınlar, fes takmaya heves edenler de var…

Fes takan insanlar bugün ne yazık ki, yakın dönem Osmanlısı için alay mevzuu yaratmak için bunu yapıyorlar…

Bazı Batılı ülkelerde Osmanlı imajı için fes kullanılıyor hakaret maksatlı…

Osmanlı sarığı da öyle…

Adam lokanta açmış, meyhane açmış Londra’da… Osmanlı sarığı tabelasına süs olmuş…

Bazıları ucuz şarkiyatçılık adına yapıyor bunu, bazıları evet resmen hakaret maksatlı…

Türk imajı için fes, sarık, şiş göbeğe sarılmış uzun kuşak,,,

ve tabii arasına sıkıştırılmış hançer…

Bazı fes takan, yakasına Osmanlı arması konduran müptezeller de var. Kendilerini tarih bilen, her konuya vakıf aydın filan sanıyorlar. Üstelik de Milli Marşımızın şairine hakaret bile edebiliyorlar o kılığa bürününce… 

Sanki o kılık ona her türlü yetkiyi veriyor?... 

İngilizler gibi…

Herkesin Hayalinde Bir Türkeş Var

Türkeş’i anlatacak gakkoş…

Gakkoş mu desem, yoksa Elaziz’de bir kahvehane müdavimi mi desem…

İşte o medyamen girmiş kahveye, başlamış tanıdığını hatta görüp konuştuğunu iddia ettiği Türkeş’e anlatmaya…

“Ahaaa… Ben deyim üç karış sen de beş karış ahan da böyle bıyık… Kazık gibi… Bir adamı bir ucundan, başka bir adamı öteki ucundan sallandırır…

Sonra bir ayakkabısı var, ahanda böyle, yumurta topuk, sivri burun…

Ökçelerine basmış, nâzikâne yürüyor… Ahan da böyle…

Ceket sırtından ha düştü ha düşecek… Tek omzunda ahan da böyle asılı… 

Bir teşbih elinde, şakkkıdık da şakkıdık bir çeker; görülmemiş öylesi…

Heyyyyyt diye bir nara atası var; yer gök iniler…”

O sırada tabii ki narasını patlatır anlatıcımız…

Ceket de omzundan düştü, düşecek…

Bıyıklar o biçim iki karış olmasa da bir karış bıyık…

Uçlarını badem yağı ile kilitlemiş…

 Elinde teşbih şakkıdık da şakkıdık…

Ayaklarında aynı anlattığı ayakkabı ve ökçelerini çiğnemiş…

Yani adam kendisini anlatıyor aslında…

Bizim çaresiz adanmışlığımız gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi